1 Kasım 2014 Cumartesi

‘İşaret Diliyle Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi’

http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/55797-isaret-diliyle-ataturkun-genclige-hitabesi.html

Perşembe, 30 Ekim 2014 12:21
gencligehitabe

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda bir çok sanatçı biraraya gelerek, “İşaret Diliyle Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'ni” okudu.
Hisar Lions Kulübü’nün katkılarıyla hazırlanan, İşaret Dili Tiyatro Grubu ve Hisar Leo Kulübü’nün ortaklaşa yürüttüğü “İşaret Diliyle Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi” projesi hayata geçirildi.
Atatürk'ün TBMM'de yaptığı 10. yıl konuşması ile başlıyor ve yine onun sözleri ile son buluyor.
'Atatürk'ün izinden ilerleyen Türk Gençliği hiçbir engel tanımıyor' sloganıyla başlatılan proje, toplu olarak işaret diliyle okunması yönüyle Türkiye'de bir ilk olma özelliğine sahip. İstanbul'da ve Bursa'da gerçekleştirilen çekimlerde Gençliğe Hitabe'yi okumak ve seslendirmek için, Kıraç, Beren Saat, Bulut Aras İyinemli, Anıl İlter, Hakan Yılmaz ve Okan Çabalar'ında aralarında bulunduğu 30 gönüllü isim kamera karşısına geçti.

Sabih Kanadoğlu : Prof. Dr. ESAT RENNAN PEKÜNLÜ VE ADALET

Türk Hukuk Kurumu Başkanı


Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. E.Rennan Pekünlü Matematik bölümü öğrencisi Fatma Nur Gidal’ın 2011 yılında eğitim ve öğretim hakkını engellediği iddiasıyla açılan davada takdiren ve suç kastının yoğunluğu gerekçe gösterilerek İzmir 4.Asliye Ceza Mahkemesinin 13.09.2012 günlü kararıyla sonuçta 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Yargıtay 4’üncü Ceza Dairesi 23.7.2013 tarihinde bu kararı oy çokluğu ile onadı.
Bir üye, Ege Üniversitesi Rektörlüğü’nün Anayasa Mahkemesi kararına uygun genelgesine dayanarak karşı oy kullandı.
Kesinleşen bu karara temel olan eylemler, müdahil hakkında tutanak düzenlemek ve tutanağı kanıtlamak amacı ile fotoğrafını çekmek olarak gösterilmiştir.
Eylemlerin suç oluşturması ve ceza yaptırımı ise, TCK’nun 112’inci maddesinde yer almaktadır.
Maddi unsur, cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla eğitim ve öğretimin engellenmesidir.
Olayı, suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ışığı altında ve bu sınırlar içerisinde tartışmak ve irdelemek gerekmektedir.
Eylemlerde cebir ve tehdit söz konusu olmadığına göre hukuka aykırı bir davranış olarak kabulü olanaklımıdır ve öncelikle eylemlerde hükümlünün suç işleme genel kastı varmıdır.
Bilindiği üzere Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) yüksek öğretimde kıyafet kullanılmasına ilişkin 1989 ve 1991 tarihli kararları ile 1998, 2001 ve 2008 yıllarında verdiği parti kapatma davalarındaki tespit ve kabulü, 2008 yılında Anayasanın 10 ve 42.maddelerinde yapılan değişiklikleri iptal eden kararı türban olarak tanımlanan örtünün, dinsel bir simge olduğu ve Anayasanın temelini oluşturan laiklik ilkesine aykırılık oluşturduğu yolundadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (İHAM) gerek Refah Partisi’nin kapatma sonucu yaptığı başvuru üzerine Büyük Daire olarak aldığı karar ve gerekse bireysel hak ihlali tesbitleri için yapılan taleplerle ilgili kararları, Türkiye’deki uygulamaların hak ihlali olmadığı yönündedir.
Anayasanın 153/son maddesinde, AYM Kararlarının, yasama yürütme yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı öngörülmüştür.
Öyleyse, AYM’nin kararları diğer yetkili organlar yanında, öncelikle Anayasa Mahkemesi’ni de bağlar.
Hele, bireysel başvurular hakkında karar verecek olan bölümün Başkanlığını yapan Başkanvekili ve dört üyesini öncelikle bağlar.
AYM tarafından değiştirilmediği sürece mahkemesinin bir bölümü tarafından göz ardı edilemez ve yok sayılamaz.
Buna rağmen AYM nin ve İHAM nin kararlarına bağlı kalınması ilkesi göz ardı edilmiştir.
Pekünlü’nün adil yargılanma hakkı ile suç ve cezanın kanuniliği ilkesi yok sayılmıştır.
Özellikle, derece mahkemesi kararının tespit ve sonuçlarının, adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir takdir hatası içermesine ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmesine rağmen soyut bir ifadeyle AYM nin bireysel başvuruları inceleyen Birinci bölümünün 23.01.2014 gün ve 2013/6401 sayılı kararıyla red edilmiştir.
Böylece, Pekünlü hakkında açılan diğer dört davanın aynı biçimde sonuçlanmasının yolu açılmıştır.
Eğer bir suç varsa, AYM kararlarını bir genelgeyle uygulanmadan kaldıran YÖK başkanı ve bu genelgeye uyan Üniversite Rektörleri değişik kararlarla buna yardımcı olan Ege Üniversitesi Rektörlüğü ve olup bitene sessiz kalan siyaset adamlarına aittir.
Türkiye’de zor yetişen onurlu, ilkeli, gerçek bir bilim adamı ve adalet duygusu, dini her zaman olduğu gibi siyasete alet edenlere kurban edilmektedir.
Adalet umudu, artık ne yazık ki Türk yargısında değil, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndedir.

Yılmaz Özdil : Uzay mekiğimiz olsa, il başkanını astronot yapar bunlar…


1 Kasım 2014
Şu an elinizde tuttuğunuz gazete sayfasını, yukardan aşağıya, dikine yırtın… Cıııırt diye gider.
Enlemesine yırtmaya çalışın.
Parça parça olur.
*
Ağaçtır çünkü o.
Hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, hangi şekle bürünürse bürünsün, ağaçtır.
Dikine, liflerinin suyudur.
*
Nasıl yaklaşacağını bilirsen…
“Kütük” bile uyumludur.
İşi bilmezsen…
“Kağıt” bile direnç gösterir.
Zorluk çıkarır.
*
Madenlerde bu yüzden ölüyoruz.
*
Akp’nin en çok oyu almış olması, maden gibi teknik bi meseleyi en iyi bildiği anlamına gelmez. En çok oyu ben aldım, her kadroyu benim bademler doldursun zihniyetiyle yaklaşırsan, kaçınılmaz sonu bu olur.
*
NASA’mız olsa…
İl başkanını astronot yapar bunlar!
*
Aynı şekilde, iktidar değişse, chp gelse, ben laikim, madenden en iyi ben anlarım diyemezsin. Mhp’li veya hdp’li olman, kömürü bağlamaz.
*
Madencilik denilen kavram, Karayolları, Devlet Su İşleri, Türk Hava Yolları, Devlet Demiryolları, Orman Genel Müdürlüğü, Makina Kimya Endüstrisi Kurumu gibi, bilim, tecrübe, liyakat isteyen bi konudur.
Zurna değildir.
*
Yaşı 40’ın üstünde olanlar gayet iyi hatırlar. “Mesleksiz siyaset esnafı” burnunu sokana kadar, yukarda saydığım kurumlarımız tıkır tıkır çalışırdı. Burunlarını bi soktular…
Bi gün maden patlıyor, bi gün tren uçuyor, bi gün asfalt çöküyor, bi gün Kızılırmak musluğa bağlanıyor. Uçaklarımız mesela… “Ebola virüsü zannedildiği kadar tehlikeli değil, sadece öldürüyor” diyene emanet.
*
Ağaçlar katlediliyor diye ağlıyoruz.
“Orman” Bakanımız…
“İnşaat” mühendisi birader!
*
Dolayısıyla, hani 18 garibanımızı boğduran madenin sahibi, pişkin pişkin “doğal afet” demiş ya…“Doğal sonuç”tur aslında o.
*
Ve, doğal olarak, kesintisiz facia dönemine girdi Türkiye… Cehaletin bedelini ödemeyen bir millet, dünya tarihinde görülmedi maalesef.

düzenli olarak çay içmenin...

Fransa'nın başkenti Paris'teki Georges Pompidou Avrupa Hastanesi bilim insanları, düzenli olarak çay içmenin kalp hastalıkları dışındaki nedenlerden ölme riskini yüzde 24 oranında azalttığını ortaya çıkardı.
RADİKAL - Paris IPC Önleyici Tıp Merkezi’ne başvuran 18-95 yaş arası 131 bin 401 kişinin kayıtlarını inceleyen uzmanlar, çok fazla kahve içmenin ise erken ölüm riskini artırdığını tespit etti. Ekibin başında bulunan Profesör Nicolas Danchin, İngiliz Daily Mail gazetesine yaptığı açıklamada, çayın sağlık üzerindeki olumlu etkisinin içerdiği antioksidan maddelere bağlı olduğunu söyledi.

Bekir Coşkun : Her gün içimizde ocaklar çöker…




1 Kasım 2014
Bugün de havada hiç kuş görmedim…
Begonviller açmayalı sanki bin senedir…
Erkenden yaprakları toplamışlar…
En sevdiğim şeydi, sonbaharda ağaçlar sarı…
Çöpçülerin ellerinden alıp yaprakları…
Dallarına koyasım gelir…
*
Yıldızlar eskisi gibi değil…
Maytaplara dayanamadı çoban yıldızı…
Çocuklar büyük ayıyı hiç görmediler…
Aynalı binanın arkasında kaldı terazi…
Yakalayıp yakalayıp kayan yıldızları…
“Gitmeyin” deyesim gelir…
*
Niçin kimsenin keyfi yok?..
Niçin parklarda korkmadan el ele oturamıyor kızlar oğlanlar…
Niçin dokunsan Mustafa ağlayacak?..
Niçin annelerin babaların gözleri ıslak…
Bayrağı mendil yapıp…
“Ağlamayın” diye yaşlarını silesim gelir…
*
Hırsızlar doymuyor bir tanem…
Her gün biraz daha çalıyorlar dünyamızı…
Parklar, bahçeler, korular, ormanlar, koylar…
Anılarımız…
Hiç fark etmez; bir bahçe, ya da eski bir duvar…
Daha dün, yaşlı kadın korusundaki ağacın altında ağladı…
Anılarını çalmışlar…
*
Aslında o çöken maden ocakları bizim içimizdedir…
Her gün ineriz derin kuyulara…
Kısmet çıkartırız…
Başımız dik olsun maksat…
Alın teridir…
Göz nuru…
Onurlu bir yaşam…
Derdimiz, bir yudum mutluluk içindir..
*
İşte ne zaman bir maden ocağı çökse aklıma gelir…
O hepimizin hikayesidir…
O çığlıklar yabancı değil…
Ne zaman uzaklarda sirenler çalsa…
Koşup uzanıp yere…
Üstümü toprakla örtesim gelir…

BAZI DEYİMLER



İstanbul'un 100 Deyimi" isimli kitap, İstanbul'da yaşanmış olayların, tarihi kişiliklerin konu olduğu deyimlerin anlamlarını ve ortaya çıkış hikayelerini içeriyor. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Çilem Tercüman tarafından kaleme alınan kitapta yer alan deyimlerden bazıları şöyle:

1-Ağzınla kuş tutsan nafile:

Osmanlı İmparatorluğu'nun güçlü dönemlerinde, Fransa ile her alanda iyi ilişkilerin kurulduğu yıllarda, Topkapı Sarayı'nda huzura kabul edilmeyi bekleyen Fransa elçisi, işinin çok önemli ve acele olduğunu söyleyerek, kızlarağasını bir an önce içeri alınması için ikna etmeye çalışır ve buna karşılık şu cevabı alır: "Şevketli padişahımız bugün çok hiddetli. Biraz önce külahından tavşanlar çıkaran, alev alev yanan çubukları ağzında söndüren, havaya uçurduğu kuşu birkaç sözüyle geri döndürüp ağzıyla ayaklarından yakalayan hünerli bir hokkabazı dahi huzurundan kovdu. Senin anlayacağın, ağzınla kuş tutsan nafile, ama yine de büyük bir hünerin varsa söyle, zat-ı şahaneye arz edeyim."
2-Ateş pahası:
Kanuni Sultan Süleyman maiyetiyle Halkalı civarında ava çıkar. Aniden başlayan şiddetli yağmur, padişah ve adamlarını karşılarına çıkan ilk eve sığınmak zorunda bırakır. Ev sahibinin yaktığı ateşin karşısında elbiselerini kurutup ısınan padişah, yanındakilere dönerek, "Şu ateş bin altın eder" der. Yağmurun dinmemesi üzerine padişah ve maiyetindekiler, geceyi de bu evde geçirirler. Konuklarını tanıyamasa da önemli ve zengin şahıslar olduklarını anlayan ev sahibi, sabah ona borcunu soran sultana "Binbir altın" cevabını verir. Bu cevabın şaşkınlıkla karşılanması üzerine ise ateşe bin altın değeri kendisinin biçtiğini, gecelik konaklamanın ise bir altın olduğunu söyler. "Ateş pahası" deyimi, bu hadise üzerine doğmuştur. Ederinden fazla çok pahalı şeyler için bugün de yaygın şekilde kullanılmaktadır.-

3-Balık kavağa çıkınca:

İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'e açılan noktasındaki Rumeli Kavağı ile Anadolu Kavağı'nda, çok rüzgarlı ve akıntı kuvvetli olduğu için balık tutmak zordur. Bu nedenle balığın bol bulunduğu ve fiyatının düştüğü zamanlarda şehirde tutulan balıkların, Kavaklar'a kadar götürülüp satıldığı görülür. Sair zamanlarda düşük ücretle balık almak isteyen müşterilere, balıkçılar tarafından verilen cevap ise "o sizin dediğiniz ücret, balık kavağa çıkınca olur" şeklindedir. Verilen vaatlerin asla yerine getirilmeyeceğini, söz konusu işin olmayacağını anlatmak için kullanılan "balık kavağa çıkınca" deyimi bu halden doğmuş; ancak zaman içinde deyimde geçen "kavak" kelimesi semt anlamını yitirerek, kavak ağacı zannedilir olmuştur.

4-Başında kavak yeli esmek:

Anadolu ve Rumeli kavaklarının şiddetli rüzgarları üzerine söylenmiş bir deyimdir ki, sorumluluk duygusundan uzak gençler, zevk ve eğlence peşinde koşanlar veya zihnini gerçekleşmesi imkansız işlerle meşgul edenler için kullanılmaktadır.

5-.Çarşamba pazarına:

Çarşamba pazarına dönmek: Osmanlı İmparatorluğu döneminde çarşamba günleri Fatih Camisi avlusunun duvarından Yavuz Selim'e kadar yan sokaklara büyük pazar kurulurdu. Kalabalığı, kargaşayı ve düzensizliği ifade etmek için kullanılan "Çarşamba pazarı" veya "Çarşamba pazarına dönmek" deyimi buradan

6-Dingo'nun ahırı:

İstanbul'da ulaşım için atlı tramvayların kullanıldığı yıllarda iki at ile çekilen tramvaylara dik Şişhane yokuşunu çıkabilmesi için fazladan atlar koşulurdu. Azapkapı'da tramvaya eklenen takviye atlar, Taksim'de Dingo isimli bir Rum vatandaş tarafından işletilen ahırda dinlendirilir, sonra tekrar Azapkapı'ya götürülürlerdi. Gün içinde sürekli atların girip çıktığı ahırın, bu durumu dolayısıyla girenin çıkanın belli olmadığı veya her önüne gelenin girip çıkabildiği yerler için "Dingo'nun ahırı" deyimi kullanılmaya başlanmıştır.

7-Dolap çevirmek:

Eski konaklarda haremlik ile selamlık arasında irtibatı sağlayan ağaçtan yapılan, silindirik, alt ve üst taraflarında bir mil ile tutturularak çevrilen dolaplar vardı. Birbirlerine alaka gösteren ve ev sahiplerinin bundan haberdar olmasını istemeyen konak görevlileri, dolap vasıtasıyla haberleşirler ve birbirlerine haber gönderirlerdi. Konaklarda dolabın bu gibi işlerde kullanılmasından dolayı günlük dilde gizli işler yapmak anlamında "dolap çevirmek" deyimi kullanılır olmuştur.

8-Eşref saati:

Eski İstanbul'da sefer, savaş, düğün, seyahat gibi önemli bir işe girişmeden önce mutlaka eşref, yani uğurlu bir vakit gözetilirdi. Saray halkından sokaktaki insana kadar herkes buna inanırdı. Kişi önemli bir işe girişmeden önce dönemin astronomu sayılan bir müneccime başvurur, müneccim de yıldızların hareketlerinden ve gezegenlerin gökyüzündeki durumlarından bir mana çıkararak eşref saat tayin ederdi. Günlük dilde bu deyim sinirli bir mizaca sahip olan sağı solu belli olmayan bir kişiden bir şey isteneceği zaman "Şu an sırası değil, eşref saatini beklemek lazım" şeklinde de kullanılmaktadır.

9-Gözden sürmeyi çekmek:

Kasımpaşa'daki Haliç Tersanesi'nde "göz" adı verilen özel bölmelerde "sürme" denilen keresteler istiflenerek, muhafaza edilirdi. Ancak bütün tedbirlere rağmen zaman zaman açıkgöz ve becerikli hırsızlar tarafından gözlerden sürmeler çalınırdı. Günümüzde göz ve sürme kelimeleri bu anlamlarını yitirmiş olsalar da hala hırsızlıkta marifeti ifade etmek için kullanılan "gözden sürmeyi çekmek" deyimi buradan gelmektedir.

10-Kabak tadı vermek:

Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan medreseye devam eden talebelere medresenin aşevinde her gün yemek verilmektedir. Bilhassa cuma günleri sofraların iyice zenginleştiği, yemeklerin çeşitlendiği medresede mevsimi geldiği zaman haftalarca her gün kabak yemeği çıkar, sürekli çıkan kabak yemeğinden doğan usanç ile her türlü bıktırıcı hal için "kabak tadı vermek" deyimi kullanılmaya başlanır.

11-Marmara çırası gibi tutuşmak:

Eskiden ocak, soba veya mangalda ateş yakabilmek için çıralar kullanılır, bu çıralar ise çarşılarda tutam halinde satılırdı. Aniden parlayanlar, öfkelenenler için kullanılan "Marmara çırası gibi tutuşmak" deyimi, sakızlı çam ağaçlarıyla meşhur olan Marmara Adası'ndan toplanan ve reçinesi bol olduğu için kolaylıkla yanan çıralardan doğmuştur.

12-Püsküllü Bela:

II. Mahmud devrinde önce askerler, ardından memurlar için resmi başlık olarak kabul edilen fes, kısa sürede halk tarafından da kullanılmaya başlanır. Fesin yaygınlaşmasının ardından değişik renk ve biçimleri, püsküllü ve püskülsüz olanları, hatta püsküllerin de envai çeşidi sokaklarda görünür. Yağmur ve kardan kalıbı bozulan, rüzgarda püskülleri sürekli karışan fesin kullanımı zahmetli ve masraflı bir iştir. Başlığın bu durumuna binaen doğan ve elinden kurtulması güç, zarara ve sıkıntıya yol açan kimse yahut şeyler için söylenen "püsküllü bela" deyimi, bugün dahi sıkça kullanılmaktadır.

13-Üsküdar'da sabah oldu:

Üsküdar'da deniz kıyısındaki Valide Sultan ve Mihrimah Sultan camilerinin müezzinleri, karşı tarafta yaşayan padişaha seslerini duyurabilmek ve ondan ihsan alabilmek, belki saray müezzinliğine yükselebilmek ümidiyle sabah ezanlarını mutlaka Beşiktaş'taki cami müezzinlerinden önce okurlarmış. Bir şeyin zamanını geçirmek, geç kalmak anlamında bugün dahi kullanılmakta olan "Üsküdar'da sabah oldu" deyimi, vaktiyle aynı hat üzerinde olmalarına rağmen Üsküdar'ın Beşiktaş'tan önce okunan sabah ezanlarından kaynaklanmıştır.

14-Yelkenleri suya indirmek:

İlk zamanlarda yükseklerde uçan kimselerin daha sonra durumlarının farkına vararak eski hallerinden vazgeçtiklerini anlatmak için kullanılan bir deyimdir. Eskiden gemiler, rüzgarlı havalarda yelkenle yürütülürdü ve geleneğe göre bir gemi, yabancı bir ülkenin sınırlarına girdiğinde saygı gereği yelkenlerini indirmek zorundaydı. Bir gün Fatih Sultan Mehmed, Rumelihisarı'nda gezerken bir Ceneviz gemisi hisara yaklaşır ancak yelkenleri indirilmez. Kaptana yelkenleri indirmesi hatırlatılmasına rağmen geminin yelkenleri indirilmeyince Fatih'in emriyle gemi topa tutularak batırılır ve böylece bu deyim dilimize geçer.
15-Zıvanadan çıkmak:
Zıvana, eskiden sigaranın veya tütün çubuğunun ağza gelen kısmına konulan kağıttan yapılmış boruya verilen addır. Ayrıca pek çok kısımdan meydana gelen eşyalarda parçaların birbirine geçmesini sağlayan girinti ve çıkıntılara da zıvana denir. Zıvana yahut zıvanaların olması gereken yerden ayrılması, umulan amaca hizmet etmeyecektir. Dolayısıyla eski İstanbul'da gündelik hayatta bir olay karşısında "çok öfkelenmek", "delirmek" manasında zıvanadan çıkmak tabiri kullanılmıştır.



KIRMIZI KİTAP VE MİLLİ GÜVENLİK SİYASET BELGESİ

Nurullah AYDIN

31 Ekim 2014-ANKARA
  
Kırmızı Kitap, Gizli Anayasa diye adlandırılan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi midir?  
Kırmızı kitap hakkında hemen herkes farklı bakış ve yorumlar yapmıştır, yapmaya devam etmektedir. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ile ilgili de düşünceler ortaya konulmaktadır

Varlığı kabul edilen ancak içeriği açıklanmayan ve kamuoyunda adeta bir efsaneye dönüşen belge, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi olarak bilinmektedir.

Milli Güvenlik Siyaset Belgesi; hükümetler üstü diye algılanarak mitolojik bir üne kavuşmuştur ve Gizli Anayasa diye tanımlanmaktadır. Bu algı yanıltıcıdır.

Milli Güvenlik Siyaset Belgesi; yönetimde olanların konjoktörel talepleri doğrultusunda siyasi otoritece MGK Genel Sekreterliği öncülüğünde hazırlanan siyaset belgesidir. Bakanlar Kurulu ve kolluk güçleri için rehber niteliği taşıyan belge, sivil-askeri bürokrasice siyasi otoritenin politikası doğrultusunda hazırlanmaktadır.

Oysa; Kırmızı kitap; devletin kuruluş felsefesini, ilkelerini içerdiği gibi temellerini ifade eder. Türk Milleti’nin varlığını ve bekasını ilgilendiren temel doktrini ortaya koyar.

Kırmızı Kitap; Türklerde esas olarak Selçuklu Veziri Nizamülmülk'ün kurumsallaştırdığı, ancak temellerinin Kül Tigin'e kadar uzanan Devlet'i Ebed-i Müddet fikrinin yansımasıdır.

Yeniden yapılandıran liderlerin ise, Alparslan, İkinci Kılıçarslan, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Sultan Abdülhamit, Mustafa Kemal Atatürk olduğu söylenmektedir.

Türk Milleti’nin ve Türk Devleti’nin bağımsızlık alameti farikası olan TUĞ, Oğuzhan’dan başlayarak, Göktürklerden Karahanlılara ondan Büyük Selçuklu liderine ondan sonra Anadolu Selçuklu devletinin kurucusu Kutalmış oğlu Süleyman Şah’a ve devam eden süreçte, Selçuklu başkenti Konya’nın işgali üzerineOsman Bey’e gönderildiği, sonrasında Osmanlı liderliğinde kalmıştır. İstanbul’un işgali üzerine ise TUĞ’un kendinde olduğu ifade edilen Osmanlı hakanı Vahdettin’in İngiliz esiri olmasıyla yaveri Mustafa Kemal’e teslim edildiği, bunun üzerine tüm millici asker ve sivil unsurların Mustafa Kemal’in liderliğinde Türk Milleti’nin varolma yokolma savaşını yürüttüğü bilinmektedir.

Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan 16 yıldız bunu simgeler.
Yapı; sadece Türklerden oluşmamaktadır. Teşkilat'ın Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Pakistan, Bosna ve Türki Cumhuriyetlerinin kuruluşunda yer aldığı düşünülmektedir.

Bugün için de; dünyanın her coğrafyasında tahmin dahi edilemeyecek isimlerin yapıyla bağlantısı olduğu sanılmaktadır. Yapı; sadece asker, istihbaratçı veya sivillerden oluşmamaktadır. Kurumsal yapı düzeneğinde de değildir.

Esas amacı; mevcut devlet herhangi bir tehlike ile karşılaştığında, devleti korumak amaçlı gizli bir örgütlenme sağlanması veya devlet yıkılırsa yeni bir devlet kurulmasını sağlamaktır. Bu örgütlenme hücre şeklinde olup, hücreler başka hücrelerde kimler olduğunu bilmemekte, sadece teşkilatın başı bilmektedir. Teşkilatın başı her zaman devlet başkanı olan kişi değildir.

Yapı’nın en önemli özelliği, mensuplarıyla, eğitim yöntemleriyle, 2000 yıldır tam anlamıyla gizemini koruması ve deşifre olmamasıdır. TuĞ’un kimde nerede olduğu belirsizdir.

Yapı; Türk düşmanı işbirlikçiler eliyle bir devlet yıkılabilir ama Türk Milleti devletsiz kalamaz yenisi kurulur, felsefesine sahiptir. Türk Milleti; devletsiz bırakılamaz.

Osmanlının yıkılış sürecinde İngiliz ve Fransızların peşinde olduğu örgüt, bu yapıdır. 1952 yılında NATO’ya girişten itibaren ABD’nin günümüze kadar peşinde olduğu yapı bu yapıdır.

Cumhuriyet dönemi Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik 1954, 1957, 1961, 1972, 1981, 2007 operasyonlarında bu yapının Milli güç unsurlarını elemanlarını deşifre etmek çabası vardır.
Yine Emniyet ve istihbarat örgütlerine yönelik yapılan tasfiyeler ve yeniden yapılanmalarda da amaç Milli güç unsurlarını tespit ve tasfiye çabaları olmuştur.
Ancak İngiltere, ABD destekli yapılan operasyonlar netice vermemiştir. 

Milli güç unsurları; kurumsal olan ve olmayan olarak iki yapılanmaya sahiptir.
Türk Milleti’nin varlık ve beka anayasası olan Kırmızı kitap; kurumsal devlet yapısının uyması gereken, kurumsal yapılanma dışında bir yapılanmanın temel ilkeler kitabıdır.

Bazen hayalperest, çıkarcı, yalancı, talancı, servet tutkunu, ümmetçi, küreselci, dış güçlerin tutsağı olan ya da Türk Milletine düşman kişiler bir yolla devletin tepe noktalarında, kurumlarında ve karar alma mekanizmalarında bulunabilirler.

Ve bugün en üst düzeyde alarm durumu vardır.
- Türk Milleti’nin ortak değerleri sarsılmış, birlik ve beraberlik ayrıştırma sürecine girmiştir.
- Kurumlar alt üst olmuş, kurallar tersyüz edilmiştir.
- Yabancı güçler, devşirdikleri yerli işbirlikçiler eliyle, stratejik karar alma mekanizmalarını ele geçirmiştir.
- Yeraltı ve yerüstü ekonomik kaynaklar, yabancılarca ele geçirilmiştir.
- Siyasette, medyada, üniversitelerde; Türk demeyen, Türk Milleti demeyen, Türk Milletini etnik mozaik kabul eden kökeni-inancı-düşüncesi-niyeti- sapkın kişiler var.

Toplumu; laik-İslamcı, Türk-diğer etnik unsurlar, cumhuriyetçi-hilafetçi, milletçi-ümmetçi, batıcı-arapçı olarak bölmeyi, ayrışmayı, çatışmayı teşvik eden, tahrik eden, gaflet dalalet ve hıyanet içinde olanlar, hukuk kurallarını keyfi uygulayanlar her zaman olabilir.

Milli Güç unsurları için; yakın, orta ve uzak tehdit her zaman vardır.
Hertürlü irtica ve bölücülük iki temel öncelikli tehdit unsurudur.
Tarihte Türk Milleti’ne ihanet edenler cezasız kalmamıştır yine kalmayacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; çağdaş, laik, sosyal bir hukuk devletidir.
Türk Milleti; Farklı inançta olan ve bütün etnik unsurlarıyla bir ve beraberdir.
Türk Milleti’nin Yiğitleri; her zaman olduğu gibi şimdi de tek yürek, tek bilektir.
Karamsarlığa, umutsuzluğa yer yoktur. Yapılması gerekenler yapılır.


GüNüN SöZÜ: Oku, düşün anla, değerlendir, karar ver ve uygula.