* Malazgirtten en az 80/90 yıl önce, bizans ordusunda
peçenek ve kumanlardan oluşan paralı asker gruplarının varlığı az sayıda meraklı tarafından biliniyordu. Romen Diyojen'inin ordusu 200 bin kişilikti.
Alpaslan'ın **ordusu ise yaklaşık 60/70 bindi. Bu durumda bizanslılar bizi peynir ekmek gibi yerdi. Ama bize okutulan tarihte, Alpaslan'nın savaş öncesi namazını kıldığı ve allahtan zafer taleb ettiğidir. Eğer peçenek ve
Kumanlardan oluşan paralı türkler taraf değiştirmemiş olsalardı biraz zor kazanırdık o savaşı.
Benzeri bilgi kirliliği, yakın tarihimizde de devam etmektedir.
Liselerde çocuklarımıza Balkan Savaşı yenilgisinden,
neredeyse günümüze kadar geçen süre içinde, tarihimizin kimi yerleri puslu olarak anlatılmış ve sınırlı bilgiler verilmiştir. Türk tarihçiler malesef pek çok şeyi tam olarak yazmamaktadır. Çok az sayıdaki yazabilenler ise,genelde perdelenmektedir. *
*Cengiz KARAKÖSE*
------
Malazgirt'ten İstanbul'a Gizlenen Ön-Türk Tarihi
Malazgirt'ten İstanbul'a Gizlenen Ön-Türk Tarihi
Malazgirt'ten İstanbul'a Gizlenen Ön-Tür Tarihi -Muharrem Kılıç-
ÖN-TÜRKLER KİMLERDİR?
"Ön Türkler ya da Prototürkler, sonraki tarih devirlerinde Türkler tarafından benimsenen bazı sosyal özelliklere sahip olan,Türk dil ailesine mensup diller konuştukları tahmin edilen, ama kendilerine "Türk" dedikleri kanıtlanamayan tarihi halklara verilen isimdir. Bazı bilim adamları Ön Türkleri etnik veya siyasi anlamda Türklerin ataları olarak kabul
ederler."[1]
Wikipedia Özgür Ansiklopedide Ön-Türkler (Prototürkler) böyle tanımlanmış.
Nedir bu gizlenen Ön-Türk tarihi? Gerçekten gizlenen bir tarih varmıdır?
Wikipedia Özgür Ansiklopedide Ön-Türkler (Prototürkler) böyle tanımlanmış.
Nedir bu gizlenen Ön-Türk tarihi? Gerçekten gizlenen bir tarih varmıdır?
Yoksa, birileri işgüzarlık olsun diye mi böyle bir kavram üzerinde duruyorlar? Gizlenen nedir?
Eğer Ön-Türk tarihi gizleniyorsa, bugün bizim bildiğimiz tarih
bilgileri eksik veya yanlış mıdır? Ve yine, eğer Türk tarihi gizleniyorsa, kim tarafından gizleniyor?
Niçin gizleniyor? Bu gizlemenin tarihi süreç içindeki seyri nasıldır?
Yukarıda sorulan sorulara verilecek cevaplar, "Gizlenen Ön-Türk Tarihi" kavramını netleştirmek açısından yararlı olacaktır. Ancak, biz burada doğrudan yukarıdaki
Yukarıda sorulan sorulara verilecek cevaplar, "Gizlenen Ön-Türk Tarihi" kavramını netleştirmek açısından yararlı olacaktır. Ancak, biz burada doğrudan yukarıdaki
sorulara karşılık vererek konuyu kapatmayı düşünmüyoruz. Öncelikle,yukarıda sıraladığımız sorularla bağlantılı güncel gelişmeleri sıralamak istiyoruz.
MALAZGİRT SAVAŞI ÇOK İYİ ANLAŞILMALIDIR
Türk Milletinin yeni nesillerine okul kitaplarında anlatılan tarih nerede ve nasıl başlıyor? Tarih kitaplarımızın ağırlıklı olarak Türk tarihini işlemeye başladıkları
MALAZGİRT SAVAŞI ÇOK İYİ ANLAŞILMALIDIR
Türk Milletinin yeni nesillerine okul kitaplarında anlatılan tarih nerede ve nasıl başlıyor? Tarih kitaplarımızın ağırlıklı olarak Türk tarihini işlemeye başladıkları
tarih1071 Malazgirt savaşıdır. Ve bu savaşın kazanılmış olmasını izah ederken pek çok tarihçi(!) "Bu savaşla Anadolu kapılarının Türklere açıldığını ve bu savaştan sonra Anadolu'nun Türk yurdu olmaya başladığını"söylüyorlar.
- Bu söylem ne anlama geliyor?
- Tarihçilerimiz(!), "1071 yılından önce Anadolu'da Türk yoktu, bu savaşın kazanılmasıyla Türkler Anadolu'ya gelmeye başladılar" demeye getiriyorlar. Ve bu
- Tarihçilerimiz(!), "1071 yılından önce Anadolu'da Türk yoktu, bu savaşın kazanılmasıyla Türkler Anadolu'ya gelmeye başladılar" demeye getiriyorlar. Ve bu
yanlış bilgiyi Türk milletinin yeni yetişen nesillerine de doğruymuşgibi anlatıyorlar. (Siz kendi tarihinizi böyle anlatırsanız, elin adamı da kalkar, "siz bu
topraklara sonradan geldiniz, işgalcisiniz, geldiğiniz yere gidin"der.
* "Anadolu'da Türkler azınlık" der.
* "Türk diye bir millet yok" der.
* "Türk milleti uyduruk bir kavram" der.
* Siz de susar dinlersiniz. Ve anlamaya çalışırsınız.
* "Türk diye bir millet yok" der.
* "Türk milleti uyduruk bir kavram" der.
* Siz de susar dinlersiniz. Ve anlamaya çalışırsınız.
Bunlar niçin böyle söylüyorlar diye.
İşte bugünlerde sözde müttefikimiz ABD'de ve
ısrarla, girmeye çalıştığımız AB'de bize bunları söylemeye
çalışıyor.
En kötü durumda iken bile bize kabul ettiremedikleri Sevr
paçavrasını,bugün ambalajını değiştirip bize kabul ettirmeye çalışıyorlar.
İşte, tarih bu nedenle çok önemlidir. Tarihinizi doğru olarak
öğrenmezseniz, size dünyayı dar ederler. Ve gün gelir, siz haklılığınızı kendi milletinize bile anlatamazsınız.
öğrenmezseniz, size dünyayı dar ederler. Ve gün gelir, siz haklılığınızı kendi milletinize bile anlatamazsınız.
Bu savaşı anlatırken, 50 bin kişilik Türk ordusunun, 200 bin kişilik Bizans ordusu karşısında yenilme noktasına kadar geldiğini, ancak tam bu sırada,Bizans ordusu içinde yer alan bir kısım Türklerin (Bu Türklerin kimler olduğu ve Bizans ordusu içinde ne aradığına hiç değinmezler) savaştıkları insanların da kendileri
gibi Türk olduğunu anlayınca, Bizans saflarını terk edip Türk
ordusunun saflarına geçtiklerini ve böylece savaşın kaderinin değiştiğini de anlatmayı ihmal etmiyorlar.
BİZANS ORDUSUNDAKİ TÜRKLER
Bu durumda sormadan edemiyoruz! Gerçekten Bizans ordusunun içinde Türkler var mıydı?
Bunun cevabını ise gerçekleri gizlemeyen tarih kitaplarında
buluyoruz.O dönemlerde Bizans ordusunun içinde paralı asker olarak görev yapan çok sayıda Kuman ve Peçenek Türk'ü bulunuyordu. 200 bin kişilik Bizans ordusunun yaklaşık olarak dörtte birini Kuman ve Peçenek Türkleri oluşturuyordu. Bu Türklerin sayısı konusunda fikir vermesi açısından, Bizanslı tarihçilerin anlattığı bir olayı
burada anlatmakta yarar var.
Bizans imparatoru doğu sınırlarını zorlayan Selçuklu tehdidine karşı tedbir olarak, Trakya bölgesindeki topraklarda yaşayan Peçenek Türklerinden kurulu, tamamı atlı olan 15 bin kişilik (Bu rakamın ve anlattığımız olayın kaynağı Bizanslı tarihçilerdir) bir orduyu gemilerle ve sallarla taşıyarak Üsküdar kıyılarına çıkarır. Amacı, burada topladığı paralı askerleri Anadolu üzerine göndermek ve doğudan gelen Türk tehdidini kırmaktır.
Bizans imparatoru doğu sınırlarını zorlayan Selçuklu tehdidine karşı tedbir olarak, Trakya bölgesindeki topraklarda yaşayan Peçenek Türklerinden kurulu, tamamı atlı olan 15 bin kişilik (Bu rakamın ve anlattığımız olayın kaynağı Bizanslı tarihçilerdir) bir orduyu gemilerle ve sallarla taşıyarak Üsküdar kıyılarına çıkarır. Amacı, burada topladığı paralı askerleri Anadolu üzerine göndermek ve doğudan gelen Türk tehdidini kırmaktır.
Burada Peçenek ordusunun başbuğu Katalan kime karşı savaşılacağını öğrenir. Ve Selçuklu ordusuna karşı savaşmayı kabul etmez. Ordusunu toplayarak kendi bölgesine, Tuna nehri kıyılarındaki yurtlarına dönmek ister.
Bunun üzerine Bizans imparatoru Peçenek ordusunun geri dönmesini önlemek amacıyla, >boğazdaki bütün gemileri ve salları kaldırır. (Anadolu yakasından kaldırır ki Peçenekler
bu gemi salları kullanarak karşıya geçemesinler) Bu durumu gören Peçenek komutanı Katalan, askerlerine hiç tereddütsüz olarak atlarını boğaza sürmelerini ve karşıya, Avrupa yakasına çıkmalarını emreder.Daha öncede Don, Volga, Ural, Tuna gibi güçlü akıntıları geçmiş olan
Peçenek ordusu hiç tereddütsüz atlarını boğazın sularına sürerler. Bizanslıların korkudan büyüyen gözleri önünde büyük bir haykırışlar, naralar, at kişnemeleri ile yeri gökü inleten Peçenek >ordusu karşı kıyıya çıkar.
Bu dehşet durumu gören Bizanslılar kiliselere doluşurlar ve Tanrıya kendilerini koruması için yalvarırlar.
Burada tarihi kayıtlara bakalım olay nasıl anlatılıyor:
"...birçok Peçeneğin Bizans ordusunda hizmet aldığı ve bilhassa1048'den sonra sayıları artan bu ücretli askerlerin Selçuklulara karşı Anadolu'ya gönderildiği bilinmektedir.
Burada tarihi kayıtlara bakalım olay nasıl anlatılıyor:
"...birçok Peçeneğin Bizans ordusunda hizmet aldığı ve bilhassa1048'den sonra sayıları artan bu ücretli askerlerin Selçuklulara karşı Anadolu'ya gönderildiği bilinmektedir.
Ancak, bunlardan imparator Konstantinos Monomakhos'un emri ile Üsküdar yakasına >geçirilen 15.000 Peçenek atlısı, Bizans kaynaklarına ( Kedrenos,Zonaras ) göre ,
böyle bir vazifeyi kabul etmeyerek -Boğaziçi'ndeki gemiler kasten kaldırıldığı için- başbuğ Katalan'ın idaresinde atları üstünde- Bogazı yüzerek Rumeli sahiline
çıkmışlar ve Tuna'ya dönmüşler.(1050)
çıkmışlar ve Tuna'ya dönmüşler.(1050)
[2], daha sonra da 1071 Malazgirt muharebesinde
Bizans ordusundaki bir kısım Peçenek kuvvetleri soydaşları tarafına geçmişlerdir."[3]
Avrupa kıyılarına çıkan Peçenek Türkleri süratle Tuna kıyılarındaki yurtlarına dönerler. Bunu hazmedemeyen Bizans imparatoru yaklaşık 40 bin kişilik bir başka Türk ordusunu Peçenekler üzerine göndererek Peçenek gücünü kırdırır. Bu olay 1051 yılında yaşanmıştır.
Avrupa kıyılarına çıkan Peçenek Türkleri süratle Tuna kıyılarındaki yurtlarına dönerler. Bunu hazmedemeyen Bizans imparatoru yaklaşık 40 bin kişilik bir başka Türk ordusunu Peçenekler üzerine göndererek Peçenek gücünü kırdırır. Bu olay 1051 yılında yaşanmıştır.
Demek ki 1048-1051 yıllarında Kuman ve Peçeneklerden oluşan yaklaşık 55 bin kişilik bir ordu Bizans devletinin emrinde paralı asker olarak görev yapmaktadır.
Hiç şüphesiz ki, o bölgede bulunan Türk silahlı gücü sadece bu 55 bin kişiden oluşmamaktadır. Kendi yurtlarını korumak üzere kalanlar ile, Bizans ordusunda paralı asker olarak görev almayan on binlerce Türk askeri gücü daha mevcuttur.
Kısacası, Trakya bölgesi ve Tuna havzası birer Türk yurdudur.
Ancak, bu kalabalık Türk topluluklarının bir özelliğinden de
Ancak, bu kalabalık Türk topluluklarının bir özelliğinden de
bahsetmek gerekir.
Bu Türklerin büyük bir kısmı, o tarihlerde bile,Türklerin Orta
Asya'da binlerce yıl inandığı bir Tek Tanrılı dini inanca sahiptirler. Bu arada daha evvel Hıristiyanlığı benimsemiş olan Macarlar ve Bulgarlar gibi çok daha kalabalık Türk toplulukları da aynı coğrafya civarında yaşamaktadır.
Tarihi kayıtlar bu konuda bize şu bilgileri veriyor:
"...Fakat Bizans'lı tarihçi Kedrenos(11.as<http://11.as/> ır)'a
"...Fakat Bizans'lı tarihçi Kedrenos(11.as<http://11.as/> ır)'a
göre "Dnyeper nehrinden Pannonia (Batı Macaristan)'ya kadar Tuna'nın kuzey sahasını işgal etmiş olan"
Peçeneklerin bir ara 11 boyunu kendi idaresinde toplamağı başardığı anlaşılan başbuğ Turak ile hakimiyet davasına kalkan diğer başbuğ Kegen arasındaki mücadele(1048) ve
ikincinin Bizans'a sığınmasının yol açtığı Trakya akını felaketle neticelendi.
Kegen Hıristiyanlığı kabul etmiş, Turak da savaşta esir düşerek Hıristiyan olmuştu."[4]
ikincinin Bizans'a sığınmasının yol açtığı Trakya akını felaketle neticelendi.
Kegen Hıristiyanlığı kabul etmiş, Turak da savaşta esir düşerek Hıristiyan olmuştu."[4]
Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı üzere, 1048 yılında bile Doğu Avrupa da yaşayan Türk unsurlar kendi milli kültürlerini sürdürmekteydiler. Bu tarihi gerçeklerin göz ardı edilmesinin nedenlerinden biri de, bu Türk unsurların
o tarihte henüz Müslüman olmamış >olmalarıdır. Bundan dolayı da, TürkTarihini sadece Müslüman Türklerin tarihi olarak algılayan bazı tarihçiler(!), gerçeklerin bu cephesini hep karanlıkta bırakmayı yeğlemişlerdir.
İSTANBUL HAKKINDA BİLMEDİKLERİMİZ
Bize öğretilmeye çalışılan tarihin dışında, Anadolu coğrafyası M.Ö.4000 yılından beri Türklerle meskundur. Batının , İstanbul tarihini hangi yıldan başlattığını araştırdığımızda karşımıza ilginç bilgiler çıkıyor.
İSTANBUL HAKKINDA BİLMEDİKLERİMİZ
Bize öğretilmeye çalışılan tarihin dışında, Anadolu coğrafyası M.Ö.4000 yılından beri Türklerle meskundur. Batının , İstanbul tarihini hangi yıldan başlattığını araştırdığımızda karşımıza ilginç bilgiler çıkıyor.
Batı dünyası, İstanbul gibi dünya cenneti bir coğrafyanın kendi ataları tarafından M.Ö. 657 yılında keşfedildiğini ve burada kurulan ilk medeniyetin bu tarihte başladığını iddia ediyor. Halbuki, İstanbul'da bulunan Erenköy ve Fikirtepe yazıtlar (Kitabeleri) bu coğrafyada M.Ö. 2000 yılından beri bir Ön Türk devletinin varlığını haber veriyor.
İstanbul'un tarihi konusunda, "Tarihin Başladığı Ön-Türk Uygarlığı Resmi tarihin Çöküşü"
adlı eserinde Sayın Haluk Tarcan şu tespitleri insanlığın bilgisine sunuyor:
"İstanbul'un tarihinin iyice anlaşılması için, yanlış verilere
"İstanbul'un tarihinin iyice anlaşılması için, yanlış verilere
dayanan Bizans'ı incelemekle işe başlayacağız.
BİZANS
Bizans'ın tarihte ortaya çıkışı konusunda anlatılan masallardan sadece üçünü alıyoruz. Osmanlı kaynaklarında verilen 5'nci yüzyıl sonlarında yaşamış olan Oruç bin Adil
adlı bir tarihçi halk arasında yaygın söylentilere dayanarak yazdığı "tevarih-i Ali Osmani (yüksek Osmanlı tarihi)" de , Yanko bin Madyan (Madyan oğlu >yanko) başlıklı efsane yer alır.
"Hz. Süleyman'ın 3.ncü kuşaktan torunu Yanko gördüğü rüya üzerine, aksakallı bir derviş, hükmettiği tüm ülkeler içinde Akdeniz'le Karadeniz'i birleştiren yerde bir kent kurmasını ister...Kent yedi kere kurulur yedi kere
"Hz. Süleyman'ın 3.ncü kuşaktan torunu Yanko gördüğü rüya üzerine, aksakallı bir derviş, hükmettiği tüm ülkeler içinde Akdeniz'le Karadeniz'i birleştiren yerde bir kent kurmasını ister...Kent yedi kere kurulur yedi kere
yıkılır... Tarihçi Oruç'a göre bu kent,Hz. İsa'dan 100 yıl önce kurulmuştur.
Bizim için önemli olan ortada daha VYZAS adı yokken bu efsanenin varlığıdır...
İkincisi şudur:
Poseidon ile Dareos'un oğulları tarafından VYZAS adı verilmiş olan kişi ile Bizans tarihi (!??) doğmuş ve bu ad kentin esas adı haline dönüşmüştür.
Bizim için önemli olan ortada daha VYZAS adı yokken bu efsanenin varlığıdır...
İkincisi şudur:
Poseidon ile Dareos'un oğulları tarafından VYZAS adı verilmiş olan kişi ile Bizans tarihi (!??) doğmuş ve bu ad kentin esas adı haline dönüşmüştür.
"Yanko bin Madyan masalı" İstanbul'u yeterince antik Grek tarihine bağlayamadığından VYZAS masalı gerçek tarihmiş gibi kabullenilmiştir.
Yunan yarımadasında Megara'dan yola çıkan göçmenler, başlarında VYZAS olarak
kendilerine yeni bir kent ararlar: Delf'teki Apollon tapınmağının kahinine başvururlar ve onun tavsiyesi üzerine .... -Burada masalı kısa kesiyoruz- ...Sarayburnu'na yerleşirler.- 657...Kurdukları bu kentin adı,VYZAS'tan bozma, VYZANTIUM, BYZANTIUM... >gibi şekillerle karşımıza çıkar.
Yunan yarımadasında Megara'dan yola çıkan göçmenler, başlarında VYZAS olarak
kendilerine yeni bir kent ararlar: Delf'teki Apollon tapınmağının kahinine başvururlar ve onun tavsiyesi üzerine .... -Burada masalı kısa kesiyoruz- ...Sarayburnu'na yerleşirler.- 657...Kurdukları bu kentin adı,VYZAS'tan bozma, VYZANTIUM, BYZANTIUM... >gibi şekillerle karşımıza çıkar.
Demek ki bu masala göre, çam ağaçları, böğürtlenlerin denize kadar indiği,Haliç ve Boğaziçi'nin billur su gibi aktığı bu doğa harikasında tarih ancak (- 657) de başlamıştır. Örneğin;
-Balkanlar, Makedonya ve Trakya binlerce yıldan beri büyük insan kitlelerinin hareketine sahneyken -İstanbul'un birkaç yüz kilometre yakınında TROYA uygarlığı yer alırken,
-Güneyde Batı Anadolu'da 6 binlerde Hacılar ve Orta Anadolu'da, 7 binlerde Çatal Höyük,gibi önemli uygarlık merkezleri varken, daha adı bile
tartışma konusu olan VYZAS'ı ileri sürmek ve onun bir imparatorluğun kökeni olduğunu iddia etmek ve bu tarihi de (-657) ile noktalamak hiçbir şekilde bilimsel mantığa sığamaz."[5]
Hıristiyan batı tarafından uydurulan İstanbul tarihinin, ne kadar bilimsel verilerden yoksun olduğunu tarihi delilleriyle gözler önüne sermiş sayın Tarcan.
Buna karşılık, elde mevcut tarihi buluntuların ve tarihi bilgilerin anlattıkları nedense hep göz ardı edilmiş, toplumun bilgisi dışında bırakılmış.
Böylece, bizlere de İstanbul'un tüm geçmişini Bizans tarihi olarak kabullendirmişler.
Ama artık mızrak çuvala sığmıyor.
Dünyaya, olaylara, tarihe Türk gözü ile bakan, gerçekleri ortaya çıkarmak için hayatlarını vakfeden bilim adamlarımız ve araştırmacılarımız var. Bu değerli insanlarımızın yaptıkları çalışmaların sonuçlarından toplumumuzu haberdar etmemiz,bilgilendirmemiz gerekir.
Dünyaya, olaylara, tarihe Türk gözü ile bakan, gerçekleri ortaya çıkarmak için hayatlarını vakfeden bilim adamlarımız ve araştırmacılarımız var. Bu değerli insanlarımızın yaptıkları çalışmaların sonuçlarından toplumumuzu haberdar etmemiz,bilgilendirmemiz gerekir.
Böylece her şey yerli yerine oturacaktır. İstanbul'un Ön-Türk
tarihi ile bağlantılarını ise şu >şekilde açıklıyor sayın Tarcan:
"UW-ON'lar...
OY-OĞ, KONSTANTİNAPOLİS, BİZANS, ASTAN-BOLIQ, ASİTANE,İSTANBUL
....
...Bu bulgular arasında üzerinde OZ damgaları bulunan bir toprak kap bulunmuştur tarihi >6 bin olarak verilmiştir.
İkinci yerleşim bölgesi, İstanbul'un Asya yakasındaki FİKİR TEPE höyüğüdür.
Buradaki buluntular arasında da üzerinde OQ damgaları bir öteki toprak kap bulunmuştur. Her iki kabın tarihi, İstanbul Arkeoloji müzesi katalogunda
tarihi ile bağlantılarını ise şu >şekilde açıklıyor sayın Tarcan:
"UW-ON'lar...
OY-OĞ, KONSTANTİNAPOLİS, BİZANS, ASTAN-BOLIQ, ASİTANE,İSTANBUL
....
...Bu bulgular arasında üzerinde OZ damgaları bulunan bir toprak kap bulunmuştur tarihi >6 bin olarak verilmiştir.
İkinci yerleşim bölgesi, İstanbul'un Asya yakasındaki FİKİR TEPE höyüğüdür.
Buradaki buluntular arasında da üzerinde OQ damgaları bir öteki toprak kap bulunmuştur. Her iki kabın tarihi, İstanbul Arkeoloji müzesi katalogunda
6 bin olarak verilmiştir.7750 ve 3432 Nu. İle müzeye kayıtlıdırlar..
Üçüncü yerleşim bölgesi, SİLAHTARAĞA'dır, (-4/3000)lerde bakır,çağından sonra >meydana çıkar."[6]
Üçüncü yerleşim bölgesi, SİLAHTARAĞA'dır, (-4/3000)lerde bakır,çağından sonra >meydana çıkar."[6]
Bu yerleşimlere ilişkin bilgi verildikten sonra, söz konusu yerleşim bölgelerinde bulunan kaplar ve üzerlerindeki yazıların neler olduğuna da bir göz atalım:
"Uw-ON yazısı, Erenköy/İstanbul İ.Ö. 1980 yıllarında, Anadolu ve Rumeli hisarları arasından, At Öze, Aq-Uruk Sök'erek, "at üstünde akıntıyı sökerek" İstanbul boğazı'nı geçen bir halk"[7]dan bahsediliyor. Demek ki İstanbul boğazını atları ile geçen ilk Türkler Peçenekler değillermiş.
Peçeneklerden en az 3000 yıl önce de Ön-Türk toplulukları, atları ile akıntıyı sökerek (akıntıyı yenerek) karşı kıyıya geçmişler. Peşinden de;
"Erenköy'de akmermer sütunlu ve süslü mermer kornişli bir saray yaptırmışlar ve binanın giriş kapısının üstüne güzel bir Ön-Türkçe ile;UW-ON: AT-ATA, UÇ ETİLİS ESİS cümlesini yazmışlardır.
Kutsal on: At-Ata(nın), lider ediliş anısı'na...
Görüldüğü gibi, yaklaşık 4bin yıl önceki Ön-Türkçe cümleyi biraz gayretle günümüzdeki, Türkçe'yle anlamak hiç zor değildir."[8]
Görüldüğü gibi, yaklaşık 4bin yıl önceki Ön-Türkçe cümleyi biraz gayretle günümüzdeki, Türkçe'yle anlamak hiç zor değildir."[8]
Bunların dışında, İstanbul'daki Ön-Türk tarihine ilişkin
belgelerden(buluntulardan) olan 123 adet Kandıra/İstanbul sikkelerini de burada anabiliriz. Bu sikkelerin bir yüzünde de ÖG damgaları vardır.
Ayrıca, Heredot tarihi de İstanbul'un ve bu yörenin tarihinin Bizans masallarıyla başlamamış olduğunu açığa çıkarmaktadır.[9]
Görüldüğü üzere, kendilerinin bu coğrafyada varlıklarını sağlam bir şekilde kanıtlayamadıkları için masallara sığınanlar, İstanbul için bizi işgalci sayıyorlar. İstanbul'u 1453 yılında Osmanlı Türk Devleti tarafından alınmış bir kentten ibaret görüyorlar.
Ancak, tarihi deliller gösteriyor ki; bu coğrafyada ne Fatih Sultan Mehmet atını denize >süren ilk Türk'tür, ne de Peçenekler boğazı atlarıyla geçen ilk Türklerdir.
Görüldüğü üzere, kendilerinin bu coğrafyada varlıklarını sağlam bir şekilde kanıtlayamadıkları için masallara sığınanlar, İstanbul için bizi işgalci sayıyorlar. İstanbul'u 1453 yılında Osmanlı Türk Devleti tarafından alınmış bir kentten ibaret görüyorlar.
Ancak, tarihi deliller gösteriyor ki; bu coğrafyada ne Fatih Sultan Mehmet atını denize >süren ilk Türk'tür, ne de Peçenekler boğazı atlarıyla geçen ilk Türklerdir.
Bütün Doğu Avrupa, İstanbul yöresi ve Anadolu çok yoğun biçimde Ön-Türk kültürünün yaşandığı yerlerdir. Dolaysıyla da o dönemlere ait olan tarih bizim tarihimizdir diyebiliriz.
Bu araştırmaları daha da derinleştirerek, çok daha fazla maddi unsurla desteklemek gerekir.
Üniversitelerimizde Ön-Türk tarihi kürsüler kurulmalı, bu sahada çalışacak bilgili insanlar yetiştirilmelidir. Ancak böyle yapılırsa bu iş ciddiyet kazanır. Bu iş sadece bir avuç gönüllünün ve amatörün özverileriyle sınırlı kaldıkça, bırakın dış dünyayı, bizim kendi insanlarımız bile bu araştırmalara ve sonuçlarına şüpheyle yaklaşmaya
devam edecektir.
Başkalarının bizim adımıza yazdığı tarihi kabullenirsek, onların,bizim geleceğimizi belirleme çalışmalarını da kabullenmek zorunda kalırız.
Başkalarının bizim adımıza yazdığı tarihi kabullenirsek, onların,bizim geleceğimizi belirleme çalışmalarını da kabullenmek zorunda kalırız.
İşte bu nedenle Ön-Türk tarihi büyük önem arzetmektedir.
Muharrem Kılıç
İstanbul, 25 Ekim 2007
[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/% C3%96n_T%C3%BCrkler
[2] Bk. A.N.Kurat, Peçenek Tarihi, s.136 vd.; Gy. Moravcsik,Byz. Turc., II, s. 140, İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 26. basım,Eylül 2005,Ötüken Neşriyat A.Ş. s. 183'den naklen.
Muharrem Kılıç
İstanbul, 25 Ekim 2007
[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/%
[2] Bk. A.N.Kurat, Peçenek Tarihi, s.136 vd.; Gy. Moravcsik,Byz. Turc., II, s. 140, İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 26. basım,Eylül 2005,Ötüken Neşriyat A.Ş. s. 183'den naklen.
[3] Tafsilen bk. A.N. Kurat, ayn. esr., s.152-160, İbrahim Kafesoğlu,Türk Milli Kültürü, >26. basım, Eylül 2005, Ötüken Neşriyat A.Ş. s. 183'den naklen.
[4] İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 26. basım, Eylül 2005,Ötüken Neşriyat A.Ş. s182
[5] Haluk Tarcan, Tarihin Başladığı Ön-Türk Uygarlığı Resmi tarihin Çöküşü, Töre Yayın >Grubu ve Ön Türk Araştırmaları Merkezi, II. Baskı,Temmuz 2004, s. 254-255
"Mayası kötü olana bilgi belletmek, sanat öğretmek, yol kesen kişinin eline kılıç vermeye benzer."
"Mayası kötü olana bilgi belletmek, sanat öğretmek, yol kesen kişinin eline kılıç vermeye benzer."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder