Gülen’in bir başka özelliği de muska yapmaktır:
“Ben merdivenden çıkarken, bacımız trans halinde
imiş.Cinler ona ‘hoca geliyor, fakat biz onun hakkında da geliriz’ diyorlarmış.
Kapıyı çaldım.
Arkadaşım beni karşısında görünce şaşırdı.
Tabii ki, onun böyle şaşırmasının sebebini ben
daha sonra anlayacaktım...
‘Bu dua mecmuasını bacımız üzerinde taşısın,
mutlaka faydası olur, cinler yanına sokulamazlar’
dedim...
Sonra trans halindeki bacımız, ‘nasıl, Hz. Hamza
geldi diye kaçıyorsunuz değil mi?’ diye bağırmaya
başlamış.”
Gülen’ın insanların psikolojik sorunlarını
muskalarla çözmesi bir yana, anlattığı uyduruk
hikayeden görüleceği gibi müthiş bir egoizmi ve
kendini beğenmişlik duygusu var.
Trans halindeki kadın, Gülen’i Hz. Hamza ile eş
değer görüyor.
Vaaz sırasında hıçkırarak ağlaması, kendisini
sıradan zavallı göstermesinin arka planında büyük
bir beğenmişlik, bencillik vardır.
Dikkat edilirse yaşamına ait anlattığı bütün
anılarında, kendisini sürekli Hz. Ömer, Hz. Hamza,
Hz. Ali gibi İslam büyükleriyle kıyaslar, onlarla eş
değer görür.
Tüccarlarla özel ilişkisi var
Gülen bütün yaşamı boyunca ticaretle, parayla çok
iç içe olmuştur.
Ailesinin zenginliğini bir yana bırakırsak, gittiği
bölgelerde devlet yöneticileriyle bağlar kurarken,
aynı zamanda tüccarlarıyla, zengin eşrafıyla da
yakın bağlar kurar.
Yaptığı örgütlemede onları özel olarak
değerlendirir.
Özellikle anti-komünist mücadele stratejisine bağlı
olarak kurdukları kampların bütün masraflarını
bölgenin zenginlerine ödettirir.
Bu bakımdan İzmir’de, Kestane pazarını kendisine
mesken seçmesi de bilinçli bir tercihidir.
Burası aynı zamanda ekonomik bir merkezdir.
Yahudi kökenli tüccarların ve işadamların yoğun
olduğu Kestanepazarı, Gülen’in ilişkilerinde
önemli bir yer tutar.
Örneğin kamp kurmak için Ankara’da topladığı 3
bin liralık bonoyu, Yahudi esnaflar vasıtasıyla
Kestanepazarı'nda paraya çevirir.
Bugün, Gülen cemaatine ait olan uluslar arası
şirketlerin çok önemli bir kesimi özellikle Yahudi
kökenli dünya kapitalist şirketlere çok yakın
ilişkileri bulunuyor.
Askeri darbeleri destekleyen Gülen
Şeriat düzenini savunduğunu iddia eden Gülen’i en
çok destekleyen ve koruyanlar da laik geçinen
generaller oldu.
Ordu ile stratejik bir ittifak içinde olan Gülen,
hem 12 Mart 1971, hem de 12 Eylül 1980 askeri
darbesini çok aktif bir tarzda destekledi.
Örneğin, 12 Mart 11971 askeri darbesini
desteklemek için vermiş olduğu bir vaaz da, Deniz
Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan için dini
merasim yapılmasını dahi eleştirmektedir:
“Deniz Gezmiş’ler, ömürleri boyunca dine,
Allah’a, mukaddesata küfrediyor, sonra da devlete
baş kaldırınca öldürülüyor.
Ama sonra da dini merasimle gömülüyor.
Bu ne perhiz, ne lahana turşusu?!”
Haziran 1980’de yani askeri darbeden yaklaşık
olarak 3 ay önce, İzmir’de camide verdiği vaaz da,
darbe çağrısı yapıyor:
“İstihbarat duysun, emniyet duysun, askeriye
duysun, başbakan duysun, riyaset-i cumhuriyet
duysun.
Polise, askere kurşun sıkan bu hainlere
mahkemelerde gereken ceza verilmezse ne devlet
kalır, ne millet...
Bu nasıl iştir!
Türkiye’de devlet ve hükümet yok mu?!
Ne oldu askere?!
Polisler Nerede?!
Marks’ın bayrağı altında mitingler yapıyorlar ve
bunlara müdahale eden çıkmıyor!
Aslında bunlar askeri de karşılarına almışlardır.”
12 Eylül 1980 darbesinden sonra yine bir cami
vaazında yapmış olduğu ve daha sonra ‘Sızıntı’
dergisinde yayınlanan konuşmasında şunları söyler:
"Her milletin tarihinde asker bir tepe varlıktır..
(...)
Bir de anadan doğma asker-millet vardır.
O, asker doğar, askerlik türkülerinden ninniler
dinler ve asker olarak ölür.
Aşıktır askerliğe, serhad boylarına, akına ve
kavgaya..
(...)
Onun süngüsü, yüz defa iniltimizi dindirdi ve ateşimize su serpti.
Yakın tarihimizde dahi kaç defa onda mazinin tebessüm eden çehresini ve yıldırımlaşan celadetini gördük...
Eğer, atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin önüne geçmeseydi, bütün bir millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı.
Tuğa selam, sancağa selam ve ölçülerimiz içinde onu tutan yüce başa binlerce selam...
Düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir.
İçtimai bünyenin, harici bir kısım eraciften temizlenme, arındırılma ve aslına irca zaferi (...) ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihalerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz."
Gülen cemaati ile generaller arasında bir kısım farklılıklar olmasına rağmen ortak bir ittifak kurdular.
Birbirlerinin çıkarları korudular.
Bu nedenle, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, afişlerle aranan Gülen, İzmir’de camilerde darbeyi desteklemek için vaazlar verir.
Dönemin Milli Güvenlik Konseyi sekreteri Haydar Saltık’ın koruması altında, faşist darbeyi desteklemek için görevini sürdürdü.
İlginç olan Türkiye’nin iç politikasının olağanüstü süreçlerinde, Gülen mutlaka, Ankara’da bir general tarafından korunmuştur.
Gülen’in devletin istihbarat örgütleriyle olan ilişkisi kamuoyuna açıklanmalı
Gülen’in yaşam tarihi tahmin edildiğinden çok daha karanlıktır.
Kozmik odaların gizle yerlerinde Gülen’e ait çok büyük bilgiler ve belgeler vardır.
AKP hükümeti geçmiş yılların karanlıkları aydınlatmak istemez.
Yapılmış onlarca provokasyonları, katliamları hiçbir şekilde açığa çıkartmaz.
Çünkü izlerin birçoğu Gülen’in kapısına çıkar.
MİT tamamen İslamcıların denetimindedir.
Geçmiş yıllara ait arşivleri açabilirler.
Ama açmaya hiçbir şekilde cesaret edemezler.
Çünkü o arşivlerin her karesinde Gülen’in fotoğrafı vardır.
Özel Harp Dairesi ve Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Dairesi ile olan derin ilişkilerinin bütün belgeleri, CİA ile olan özel bağlantıları, yer aldığı provokasyonların tamamı MİT’in dosyalarındadır.
İslamcı hükümet, hiçbir şeyin karanlıkta kalmasını istemiyorsa, öncelikle açması gereken Gülen dosyasıdır.
Dürüst olmanın ölçütü budur.
(Son)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder