1 Kasım 1932’de Büyük Millet Meclisi’nin açılışında söylemiştir Atatürk:
“Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğe kavuşması için bütün devlet teşkilâtımızın dikkatli ve alâkalı olmasını dileriz.”
Aynı yıl, (26 Eylül- 6 Ekim) Birinci Türk Dil Kurultayı yapılmış. Türk dilini ulusal kültürümüzün eksiksiz bir anlatım aracı durumuna getirmek, bunun için de yazı dilinden, Türk diline yabancı unsurları atmak, temel unsurları öz Türkçe olan ulusal bir dil yaratmak; bunun için yeni bir sözlük hazırlığı, Türkçeyi bilim dili yapma çalışmaları başlatılmıştır.
En güzel Türkçeyi, kulağa en hoş gelecek Türkçeyi arayıp bulmaktır amaç…
Kurultayda söylenmiş:
“Türk dilinin öz güzelliğini ortaya çıkarmak, onu dünya dilleri arasındaki değerine yaraşır yüksekliğe çıkarmak…”
Türkçenin Arapça, Farsça sözcük akınıyla benliğini yitirdiği vurgulanmış, halkın konuşma dilinden, eski yapıtlardan derlemeler, taramalar yapılması da aynı kurultayda benimsenmişti.
Atatürk’ün sözüne yeniden dönersek:
“Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması…”
Sorunu, ortaya koyan yüce önderimiz, sorunun çözümünü de devlet organlarından bekliyordu, dikkat (uyanıklık, özen) ve ilgi öneriyordu.
Sorun: “Türk dilinin kendi benliğine kavuşması.”
Türkçenin Türkçe gibi olması, Türkçe sözlü, Türkçe kurallı olması, özüne dönmesi.
Bunun için de yabancı sözcüklerden arındırılması, yabancı kuralları bırakması.
Böylece aslına kavuşması, aslına dönmesi…
Nasılmış Türk dilinin aslı? Atatürk iki sözle belirtiyor:
“Türk dilinin güzelliği, zenginliği…” Güzel, zengin (varsıl)! Bir dilde bulunması gereken iki özellik.
Yine aynı yıl, Türk Dili Tetkik Cemiyeti halk ağzındaki Türkçe sözleri derlemeye girişmiş, Atatürk’ün onayıyla yürürlüğe giren uygulama tüm yurtta yayılmış, her yana “Söz Derleme Ocakları” kurulmuş, kısa sürede (19 ay) yüz bini aşan sözcük yazılmıştır. Dildeki yabancı sözcüklerin yerine yenileri basınla işbirliği yapılarak seçilmiş, yazarlardan bunları yazılarında kullanmaları istenmiştir. O dönemde yabancı Türkçe dilbilimciler(Türkolog) ülkemize çağrılmış, Türk dilinin en eski kaynak dil olduğunu, ulusumuz yabancı bilginlerin ağzından da duymuştur.
Bir Fransız Profesör, Türkolog (Deny) Atatürk’ün yüksek düşünce gücünü överken, dil devriminin kendi hayalini aştığını, diğer gelişmeler gibi böyle bir gelişmeyi de beklemediklerini söyler. “Türkler bugünlerde büyük bir yol göstericinin ardına düşerek yeni ve çok önemli bir döneme girmektedirler. Bu dönem harf devriminin sonucu ve ikinci bölümüdür.” der. “Tuttuğunuz yol ve çalışma sisteminiz sizi başarıya götürecektir,” diye de inancını belirtir.
Tutulan yol, yabancı sözlere Türkçe karşılıklar bulunması, eski kaynakların taranması, Türkçe sözcüklerin bulunmasıydı. Yeni sözcüklerle de arı bir dille yazı yazma denemeleri isteniyordu yazarlardan. İlk yıllar bu konuda güçlükler çekildi, bu konuyu önemsemeyenler, işi baştan savanlar güzel bir yazı diline kavuşmamızı geciktirdiler.
1934 yılında ikinci Türk Dil Kurultayı toplandı. Kurultayın en önemli konusu Türk dili kurallarına göre türetilmiş terimlerin okul kitaplarına geçirilmesi, kılavuz sözlük hazırlanmasıdır. Bu kurultaydan sonra Atatürk kendi söylevlerinde de yeni sözleri, yeni terimleri kullanmaya başlamış, din adamlarının dili de Türkçeleştirilmiştir. Atatürk, halkın ne denildiğini anlayabilmesi, denilenlerden yararlanabilmesi için, “Hutbeler tamamen Türkçe olmalıdır, olacaktır,” demiştir.
18 Temmuz 1932’de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yazısıyla ezanın Türkçe okunacağı bildirildi. Bursa’da ayaklanan gericileri duyunca Atatürk, ”Meselenin mahiyeti esasen din değil, dildir!” diye açıklamış.
“Kat’i olarak bilinmelidir ki, Türk milletinin millî dili ve millî benliği bütün hayatında hâkim ve esas olacaktır.” sözü bu dinci ayaklanmayla ilgilidir.
“Kat’i olarak bilinmelidir ki, Türk milletinin millî dili ve millî benliği bütün hayatında hâkim ve esas olacaktır.” sözü bu dinci ayaklanmayla ilgilidir.
Atatürk’ün en önem verdiği bir konu da, ulusal birlik için herkesin Türkçe konuşmasıydı.
“Vatandaş Türkçe konuş!” o dönemin uyarı duyurularıdır.
“Türk demek dil demektir.” Atatürk’ün en güzel sözlerinden biridir. Arkasından şunları söyler yüce önderimiz:
“Milliyetin çok bariz vasıflarından birisi dildir. Türk milletindenim diyen insanlar her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır.”
Bundan sonra Güneş-Dil Kuramı üzerinde çalışılmış, Türk dilinin kökleri araştırılmıştı. Türkçenin en eski dillerden biri olduğu, kök dil olduğu bu çalışmalarla ortaya çıkarılmıştır.
Türk dilinin yabancı sözcüklerden arındırılmasına “Soyadı Yasası (21 Haziran 1934) “ da büyük katkı sağlamıştır. Soyadları, öz Türkçe sözlerden alınmış, gazetelerde, dergilerde örnek Türkçe ad dizileri (liste), kitapçıklar yayınlanmıştır. Şu anki adlarımız, soyadlarımız böyle güzelse, Türkçeyse, çağdaş dünyaya uygun adlarsa, ekleri Türkçe kurallıysa, Türkçe tamlama yapısına uygunsa… hepsini, hepsini Atatürk’ün çıkardığı bu yasaya borçluyuz…
Dilimiz kimliğimizdir…
Atatürk döneminde eğitim ulusaldı. Yazı dili Türkçeleşsin, yabancı terimlerden dilimiz arınsın diye 1929’da okullardan Arapça, Farsça dersler kaldırılmış. Özellikle Matematik terimlerini (artı, eksi, üçgen, dörtgen, boyut, açı…) Atatürk kendisi bulmuş, Türk diline armağan etmiştir. Söylediği her sözü kendisi yazmıştır. Bütün sözleri çok değerlidir.
O yıllarda (1935) eski sözlerin yerine bulunan, “Yetki, tepki, deyim, anıt, tören, basın yayın, ilgi, aday, kurultay, bölge, eğitim, dergi, özet, eşit, belirti, belirtme, anlaşma, taşıt, uçak, araç, sonuç… gibi sözler günümüzün en çok kullanılan sözleridir, kimse bu sözlerin eski karşılığını bilmez bile.
1938’de artık eğitim Türkçe terimlerle yazılmış kitaplarla idi. Türk dil devrimi Türk dilini kısırlaştırmamış, tam tersine çağdaşlık yolunda geliştirmiştir. Başka dillerdeki her bir söz için, en az bir sözcük bulunmasını buyurmuştur Atatürk. Bu çabalar sonuç vermiş, Türkçe çeviri çalışmalarında Türkçe yabancı dillerdeki sözleri hiç eksiksiz karşılamış, akışlı, duru, güzel bir dille yabancı eserleri okumaya başlamışız…
Halkımızla, aydınımız buluşmuş, dilde ayrılık ortadan kalkmıştır. Aydın da, halk da aynı dili konuşup yazmaya başlamıştır.
Atatürk ‘ün diliyle, “Dil devriminin amacı Türk dilinin kısırlaştırılması değil, genişletilmesidir.” Aradan geçen yıllar bu sözü çoktan kanıtlamıştır.
Genç kuşakların, o günleri, çalışmaları, nereden nereye geldiğimizi anlamaları geleceğimiz için çok önemli.
Geçen gün, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın 1930’larda yazdığı romanı bile sözlüksüz anlayamıyoruz, bunun için eski dili yeniden dilimize katacağız, eski dile, eski yazıya döneceğiz deniyordu ya bu iktidarın en yetkilisi tarafından. Ne demek istendiğini, ne yapılmaya çalışıldığını bir iki örnekle göstermek isterim gençlere.
Aşk-ı Memnu’dan, Firdevs’i tanımlayan bir tümce:
“O kendi hakkındaki gençlik telakkiyâtında nâ- kabil-i tedavi bir mübalağa zaafıyla ma’luldü.”
Bu da yazarın Cehennemlik (1924) romanından, Şemsi’nin duygularını anlatan satırlar:
“Evvelden hemen gayritabiî ve nâ-kabil-i tecviz gördüğü kırklık kadınlar muaşakasını, bu sadette dinlediği hikâyelerin tesiriyle şimdi pek o kadar ta’yibe seza bulmuyordu.”
Bu da kitaptan bir derin düşünce:
“Bu nâ-mütenahiliğe atılmış mermilerin üzerlerinde mütenebbit insan mikroplarının nasibe-i hayatları da hep bu değil mi?”
Bu yazılarda Türkçeden bir iki söz dışında hiçbir iz yok, öyle değil mi? Tamlamalar Arapçanın kuralıyla.
Bir de bu yazıların Türkçe seslerle değil, Arapça harflerle tersten yazılıp okunduğunu bir düşününüz… Size dayatılan eski dille ne yapılmak istendiğini görünüz! Atatürk döneminde dünyayı şaşırtan, çağdaş Türkiye’nin temeli, “Türk Dil Devrimi” yok edilmek isteniyor. Düşünemeyen, algılamada zorluk çeken, çağının dışında, yabancı dillerin tutsaklığında çırpınan gençler… Aynı zamanda da ülkesi, bağımsızlığı elinden alınacak koskoca bir ulus…İstenen bu…
Yine Osmanlıca- Türkçe sözlüğün önsözünden eski dil örneği:
“Lisanımızı lisan şekline koyup bizi hayvan-i nâtık şekline idhal eden şey lisanımızdaki elfaz-ı Arabiyedir.”
Şimdi de örnekleri Cumhuriyet’in kitaplarından vereceğim. Bu bir çeviri öykü kitabı. Basım yılı 1942.
“Ana ve Babalara Terbiye Hikâyeleri (Salzman).” Cahit Gündoğdu dilimize çevirmiş.
Kitaptan rastgele açtığım bir yer:
“Vaktile bir adam vardı. Bu adamın, arkadaşlarile bir araya gelip te bir bardak şarap içti mi kendini kaybetmek ve ağzına ne gelirse söylemek hatası vardı.”
Başka bir yer:
“Benim için bu kadar çalışan babamı memnun etmek için bugünden itibaren çok iyi bir kız olmağa gayret edeceğim, diye Karolin düşündü. Ve sabahleyin yatağından kalkar kalkmaz hemen dikiş kutusunun başına oturdu ve dikiş dikmeğe başladı.”
Ne söylendiğini açık seçik anladınız. İlk bölümde iki sözcükte küçük bir yazım değişikliği dışında başkalık yok. Bu çeviri sanki 1942 yılında, dil devriminden 14 yıl sonra değil de şu an yazılmış. Atatürk’ün dil devrimi işte buydu!
“Zoraki Hekim, Moliere,” Ankara 1943 basımı. Çeviren Sabiha Omay.
“Martine.- Bunun deliliği, insanın tahmin edebileceğinden fazladır, çünkü bazen sopayı yemedikçe hekim olduğunu bir türlü kabul etmek istemez. Size şunu söyliyeyim ki aklına koydu mu siz bir türlü ona hekim olduğunu itiraf ettiremezsiniz. Ancak, ikiniz de elinize birer sopa alarak önceden saklıyacağı şeyi, ona dayakla söyletebilirsiniz. Biz, ona ihtiyacımız olduğu zaman öyle yaparız.
Valere.- Ama da garip delilik.”
Valere.- Ama da garip delilik.”
“Tiyatrodan Çıkış (Gogol),” basım yılı 1946. Melih Cevdet, Erol Güney çevirmişler.
“Komedyanın yazarı, girer, – İyi ki dışarı çıktım; ne ise, kendime gelir gibi oluyorum. İşte alkışlar, bravolar… Bütün tiyatro inliyor. İşte şöhret! Yedi sekiz yıl önce olsaydı, Yarabbim, heyecandan belki de kalbim dururdu. Her tarafım titrerdi. Ama o hali çoktan atlattık.”
Başka bir kitap:
“ Telgrafhane, Melih Cevdet,” şiir kitabı. Basım yılı 1952” Şair 1915 doğumlu. 2002’de öldü. 1936’da liseyi bitirdi.
“Düzenli Dünya”
“Bayılırım şu düzenli dünyaya / Kışı yazı / Baharı güzü / Gecesi gündüzü sırayla. / Ağaçların kökü içerde / Bütün ağaçların kökü içerde / Dağların başı yukarda / Bütün dağların başı yukarda / İnsanların aklı başında / Bütün insanların aklı başında / Beş parmak yerli yerinde / Baş işaret orta yüzük serçe.”
“Bayılırım şu düzenli dünyaya / Kışı yazı / Baharı güzü / Gecesi gündüzü sırayla. / Ağaçların kökü içerde / Bütün ağaçların kökü içerde / Dağların başı yukarda / Bütün dağların başı yukarda / İnsanların aklı başında / Bütün insanların aklı başında / Beş parmak yerli yerinde / Baş işaret orta yüzük serçe.”
“Serseri, Mahmut Yesari (1895- 1945), tiyatro eseri.” Kitap 1964 basımı. “Milli Eğitim Bakanlığı, Piyes, Üç Perde” yazıyor üstünde. Telif tiyatro eserleri serisi imiş. Kitabın girişi şöyle:
“( Dekor: Bir pansiyon, bekâr odası. Sağda, birinci plânda, pencere; üçüncü plânda boyalı demir karyola. Karyolanın baş tarafında bir komedin. Karyolanın ayak ucuyla pencerenin arasında iskemle…”
“Nalınlar, Necati Cumalı (1921 – 2001), oyun.” Kitap 1962 basımı. Yazarımız Cumhuriyet’le doğup büyümüş.
“(Döndü, sağdaki sokaktan yaklaşır, meydanı geçerek kendi kapısına doğru ilerlediği sırada Muhtar, evin kapısından çıkar, yetişir.)
Muhtar: Döndü Bacı, Döndü bacı!
Döndü: (Duraklar) Buyur, Muhtar Efendi..”
Muhtar: Döndü Bacı, Döndü bacı!
Döndü: (Duraklar) Buyur, Muhtar Efendi..”
“ Boş Yuva, Kerime Nadir (1917- 1984),” hikâyeler, altıncı basım 1981.
Kerime Nadir 1935 yılında liseyi bitirdikten sonra yazı yazmaya başlamış. Yaşadığı yılların diliyle. Kolay okunur, anlaşılır bir dille yazmış.
Kerime Nadir 1935 yılında liseyi bitirdikten sonra yazı yazmaya başlamış. Yaşadığı yılların diliyle. Kolay okunur, anlaşılır bir dille yazmış.
“Gözlerini açtığı zaman, kendini büyük bir kütüphanede buldu. Karşıda, canlı alevlerle yanan şöminenin kızıllığı burada rüyalı bir iklim yaratıyordu. Derin bir sükûn içinde, camları döven sağanağın sesi duyulmaktaydı.”
İşte böyle gençler. Türk Dil devriminden önce doğmuş yazarlarımızdan, eski çevirilerden küçük örnekler verdim sizlere. Elinize eskiden basılmış bir kitap geçerse, açın bakın, dilinin günümüzdeki dille aynı olduğunu, yazım kurallarının şu anki kurallar olduğunu, çeviri eserlerin kendi dilimizde yazılmışçasına akıcı bir dille okunduğunu görün. Seksen altı yıl önce dilimize konan temel, temele katılan harç, ne güçlüymüş anlayın! Sakın şaşırıp sormayın: “Cumhuriyet’ten öncesi var mı?”
Cumhuriyetten önce basılı kitap mı vardı ki? Kimin evinde kitap vardı? Kaç kişi okuma yazma biliyordu? Köylerde okuyan yazan mı vardı? Okuma yazma öğrenme öyle kolay mıydı? Devlet halkını düşünüyor muydu? Türkçe devletin sözde diliydi ama nasıl gözden çıkarılmıştı, ne durumdaydı… Nasıl yabancı dillerin boyunduruğundaydı… Bu gerilik, çağa uyamamak, bilgisizlik yıkmadı mı Osmanlı Türk devletini? Dilimizin, Atatürk sayesinde bizi yaşattığını, Türk dilinin en büyük değerimiz olduğunu, Türk yazı dilinin, Atatürk abecesinin Türk dilinin can damarı olduğunu da sakın ha aklınızdan çıkarmayın!
Gericilerin karşısına dikilin, Türk diline saldırmalarına geçit vermeyin!
Gün, sizi siz yapan, adam eden, edecek olan, düşündüren, yaşatan, okuyup yazdıran eşsiz dilimiz güzel Türkçeye sarılacağınız, Türkçenin değerini bileceğiniz gündür!
Feza Tiryaki, 23 Aralık 2o14
İLK KURŞUN
İLK KURŞUN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder