Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ,
Çukurova üniversitesi öğretim üyesi,
Tweeter; İbrahim ORTAŞ ?@iortas
Özet
Birleşmiş Milletler 5 Aralık 2014 gününü Dünya Toprak günü ve 2015 yılını da toprak yılı olarak ilan etti. Dünyanın nüfusu bugün 7.2 milyar ve insanlığın barınma, beslenme ve diğer ihtiyaçları nedeniyle başta toprak olmak üzere doğa üzerinde çok ciddi bir baskı söz konusudur. Bugün bir ucundan, 150 km genişliğe yayılmış ve nüfusu 10 milyonları aşan devasa kentler oluşmaya başlamıştır. Doğa bu denli geniş bir nüfus baskısı ve tarım topraklarının amaç dışı kullanımı ile ilk defa tanışmaktadır. Bütün yiyecekler bitkiler üzerinden dolaylı olarak topraktan sağlanmaktadır. Dünyada insan başına düşen toprak miktarı azalmaktadır. Buna bağlı olarak özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde pek çok insan ( 6 milyar) beslenme sorunu yaşamaktadır. Buna karşın dünyada üretilen gıdaların üçte biri çöpe gitmektedir.
Toprak, içerdiği besin elementleri ile üzerinde yetişen bitkilerin durak yeri ve beslenme kaynağıdır. Bugün beslenmemizin biricik kaynağı topraktır. Ancak son yıllarda toprağın, yalnızca bitkilerin geliştiği ortam olmanın ötesinde karbon tutulma olduğu da bilinmektedir. Araştırmalar toprakta tutulan karbonun bitkilerde tutulanın iki katı olduğunu gösteriyor. Toprağın yanlış yönetilmesi durumunda milyonlarca yılda toprakta tutulan organik maddenin ayrışması ile karbon hızlı oksidiyona uğruyor. Atmosferin kimyasında önemli değişmelere neden oluyor ve bu gazlardan özellikle CO2’nin miktarındaki artış, iklimi üzerinde olumsuz etki yaratıyor. İklim değişimleri doğrudan ve dolaylı olarak bitki ve toprak üzerinde olumsuz etki bırakmıştır. İklim değişimlerine neden olan atmosferde artan karbondioksit gazının bitkiler (fotosentez) üzerinden toprağa bağlanması son yıllarda bilim çevrelerinin en çok ilgi duyduğu konuların başında geliyor. Bu bağlamda toprağın korunması büyük önem taşımaktadır.
BM tarafından kabul edilen 5 Aralık Dünya Toprak günü insan sağlığı ve beslenmesinin biricik kaynağı toprak, günümüzde maalesef arsa veya endüstri malzemesi olarak görülmektedir. Türkiye son 40 yılda 3 milyon hektar tarım toprağını amaç dışı kullanıma açılmıştır. Toprağın aynı zamanda karbon depolama organı olarak ilkim değişimlerinin sınırlandırılması açısından, ayrıca dünyanın dengesinin sağlanması bakımından önemsenmesi ve korunması gerekir. Toprak bilimcileri olarak toprağı topluma, geleceği için daha anlatmamız ve yöneticilerin konuya dikkatini çekecek farklı yaklaşımlara yönelmemiz gerekmektedir.
İnsanlığın besin güvencesi olan toprağın daha iyi tanıtılması ve korunması için bilim kuruluşları ve kamu yetkililerinin konu üzerinde ciddiyetle durması gerekir. Kızıldere Reis’in belirtiği üzere “Toprak insana değil, insan toprağa aittir” ifadesi ile toprağın varlığımızı belirttiğini ifade etmek zorundayız. Toprağın hepimizi kucakladığı ve hepimizi beslediği bilinci ile ona daha çok değer vermek zorundayız.Dünya toprak günü nedeniyle toprağın ve gıda güvenliğinin sağlanmasının insanlık için önemini daha iyi tanıtmak ve toprağa sahip çıkmak zorundayız. Toprağı daha iyi anlamak dileği ile.
Konuya ilgi duyan arkadaşlar için daha geniş bilgi aşağıda belirtildiği gibidir.
İnsan Doğa İle Tarım Üzerinde Tanıştı
Bilgi çağına giren dünyanın bazı bölgelerinde halen tarım toplumunu yaşayan insanların bulunması geçmişten günümüze insan-tarım ilişkisinin anlaşılmasında önemli bir kilometre taşı olarak irdelenmektedir. İnsanın bir kısmının bilgi çağında yaşadığı dünyamızda halen bazı insanların neolitik dönemi yaşamaları, insanın tarım ile ilgili bilgi birikimini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bugünkü bilgi toplumunun bu süreçten geçtiği dikkate alındığında, toprak-insan ilişkisinin evrimi ve yaratıcılığın sonuçları bariz olarak görülmektedir. İhtiyaçtan doğan alet kullanma ile başlayan ve bugün, en üst düzeyde teknoloji geliştiren insanın ilk yaşama kaygısı ile başlattığı süreç, bugün aynı şekilde devam etmektedir; fakat halen insanın tarımla olan ilişkisi ve günümüze kadarki serüveni antropoloji, arkeoloji ve ekonomistlerin dışında detaylı olarak işlenmedi. Toprak bilimcileri olarak bizler işin maddi yanı olan kimyası, biyolojisi ve fiziği ile ilgilendik, fakat manevi yapısı ve insan üzerinde bıraktığı izler hakkında hiç çalışmadık.
İnsan Toprak İle Nasıl Tanıştı?
İnsan toprakla nasıl tanıştı? İnsanlığın toprak hakkındaki düşünceleri evrim süresince değişti mi? İnsan toprağa maddi ve manevi anlamda nasıl bir değer biçti? İnsanının çamuru, sonra da kil tabletlerini kullanımı ile yumuşak malzeme ve kayaları oyarak, üzerine canlı resimlerini çizmesi ile toprak bilinci arasında bir ilişki var mı? İnançların topraktaki yeri nedir? Toprağın inançtaki önemi nedir? Günümüzde insanlığın yarattığı uygarlıklar ve bilgi birikiminde toprağın yeri nedir? türündeki felsefi sorular, son yılarda toprak bilimcileri tarafından sorulmaya başlandı.
Bu ve benzeri soruların kesin bir cevabı olmamakla birlikte, günümüzden geçmişe değişik disiplinlerin araştırma ve bulguları ortaya çıkarılabilmektedir.
Soru, insanın tarihi ve onun yaşamsal faaliyetlerinin açıklanması ile başlamaktadır. İnsanın insan olma sürecinde, yaşamsal faaliyetleri sürdürebilmek için oluşan ihtiyaçların karşılanması ile başlayan süreç, bu soruların yanıtı olarak kabul edilmelidir. İnsanın ne zaman evrimleşerek insan olmaya başladığının ve ihtiyaçlarının ne olduğunun bilinmesi için en doğru bilgi, arkeolojik kazı sonuçları ve ondan sonra gelen yazılı anlatımlardır.
Bilgi çağına giren dünyanın bazı bölgelerinde, halen, tarım toplumunu yaşayan insanların bulunması geçmişten günümüze insan tarım ilişkisinin anlaşılmasında önemli bir kilometre taşı olarak kabul edilmektedir. Bu toplumlar, insanın tarım ile ilgili bilgi birikimini net bir şekilde açıklamaktadır. Yeni Papua Gine’deki yerli halktan Brezilya’daki yerlilere, Afrika kabilelerinden bazı Arap kavimlerine kadar bugün birçok toplum, halen hasırdan yapılan çamur sıvalı kulübelerde veya çadırlarda oturmakta, tüm yaşamsal faaliyetleri de tarih öncesi dönemleri anımsatmaktadır. Bugünkü bilgi toplumunun bu süreçten geçtiği dikkate alındığında, toprak ve insan ilişkisinin evrimi ve yaratıcılığının sonuçları daha net olarak görülmektedir.
Anadolu, insanın tarım uygulamalarına başlayarak yerleşik hayata geçtiği alanlardan birisidir. Bu yerleşmelerde yaşayanlar kerpiç ve sıva için kullanılan kilin farklı olduğunu ve her tür toprağın kullanılamayacağını anlaşılmış olmalılar ki, bugün tuğla ve seramik sanayiinde kullanılan toprakların yoğun olduğu bölgelere yerleşmişlerdir. Neolitik çağ genel olarak ele alındığında hayvancılık aktivitelerinin de bu çağda yaygınlaştığı görülmektedir.
Anadolu’da ve Eski Türlerde Doğa ve Toprağa Verilen Önem
Toprak, kutsal bir varlık olarak farklı kültürlerde üst düzeyde değer görmüştür. İnsanın toprağa biçtiği değer, onun temiz olduğu ve kirletilmemesi doğrultusundadır. Mecusiler (ateşe tapanlar) toprağın kirlenmemesi için ölülerini toprağa defnetmezlerdi. Eski Anadolu Türklerinde “yağız yer” olarak adlandırılan toprak, her etkinliğin en son kutsanan halkası olarak adlandırılmaktadır. Gerek Anadolu Türkmenlerinde, gerek şamanlıkta ve gerekse budizmde, dinsel törenlerde içilen içkilerin son damlaları, “bu yağız yerin hakkıdır” diyerek toprağa dökülürdü. Ayrıca yine inanca göre, günahlı ölülerin başı mezarlarında toprakla buluşmasın diye bir taş üzerine konur ve buna da “yağız yer kirlenmesin” nedeni gösterilirdi.
Arap kültüründe ve İslam geleneğinde toprak, yine bir temizlik unsuru olarak görülür ve suyun olmadığı yerlerde teyemmüm (abdest ) toprak ile alınır. Değişik kültürlerde toprak (kil) halen en iyi temizleyici olarak algılanmakta ve saçın temizlenmesinde veya çamaşır yıkamada kullanılmaktadır.
Genellikle doğu kökenli dinlerde, doğayla iç-içe olunması sonucu, toprak ve toprakla ilgili birçok ismin bulunduğu bilinmektedir. Anadolu’nun eski dönemlerdeki inançlara baktığımızda da doğayı simgeleyen tanrılara inanışın olduğunu ve ana tanrıça inancının da doğa veya direk toprak ile ilişkili olduğunu, ölümden sonraki yaşam kaygısı nedeni ile var olmadığını görürüz. Tabii bunun yanı sıra insan yaradılışının toprağa bağlanması, tüm medeniyet ve mitolojilerde görülmektedir.
Anadolu’nun büyük ozanlarından olan Yunus Emre toprağı şu dizelerle tanımlar:
“Ben mevlamı yerde buldum, ne isterem gökyüzünde?
Benim yüzüm yerde gerek, bana rahmet yerde yağar”
Yakın geçmişin bir diğer Anadolu’lu ozanı Aşık Veysel;
“Adem’den bu yana neslim getirdi
Bana türlü türlü meyve bitirdi
Her gün beni tepesinde bitirdi
Benim sadık yârim kara topraktır.”
İnsanlığın Kısa Tarihinin Doğa Üzerindeki Olumsuz Etkileri
Doğal çeşitlilik, artık yerini tek çeşitliliğe yani mono kültüre bırakmış. Toprak daha yoğun işlenmeye ve toprakta daha fazla gübre kullanılmaya başlandı; nihayet bu yoğun girdi sonucu sular ve atmosfer kirlendi ve nihayet topraklar da kirlendi. Hızla büyüyen kentler, tropikal ormanların tahribatı, denizlerin ve ırmakların kirlenmesi, ozon tabakasının incelmesi, küresel ısınma ve asit yağmurları artık dünyanın giderek yaşanamaz bir duruma geldiğinin göstergesi olarak kabul edilmektedir.
Tarım alanlarının önemli kısmını oluşturan 1. sınıf topraklar, yerleşim yeri, fabrika ve işletmelere bırakılmış, bunun yanında tarıma açılmaması gereken 4. sınıf ve üstündeki çoğu mera alanları ise tarım yapılan alanlara dönüştürülmüştür. Bütün bunların sonucu olarak ülkemiz kuraklığı yüksek düzeyde konuşulur duruma gelmiştir. Kuraklık ve çölleşme fakirlikle; fakirlik de göç ile sonuçlanmaktadır.
İlkel İnsandan günümüze Kadar Toprak Koruma Kavramı
Kızılderili reisi Seattle’ın 1854’te topraklarını satın almak isteyen ABD başkanına gönderdiği mektupta toprağın insana değil, insanın toprağa ait olduğunu vurgulamıştır. Mektupta, reis şöyle demektedir;“...Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğim, eğer önerinizi kabul edecek olursak bizim de bir koşulumuz olacak. Beyaz adam bu topraklar üstünde yaşayan tüm canlılara saygı göstersin. Ben bir vahşiyim ve başka düşünemiyorum.... Şu gerçeği iyi biliyorum.Toprak insana değil, insan toprağa aittir.Ve bu dünyadaki her şey, bir ailenin bireylerini birbirine bağlayan kan gibi ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de; dünyanın başına gelen her felaket, insanoğlunun da başına gelmiş demektir.”
Toprak Kavramının Modern Bilime Katkısı
Yerleşim yerlerinin oluşması, kent yaşamı, mimarinin gelişimi, oluşan artı ürünün değerlendirilmesi ve yeni üretimin yapılması için bazı ek bilgilerin kullanımı zorunlu hale gelmişti.
Mısır’da kent ekonomisinin gelişimi, beraberinde geometrik ilişkiler konusunda da bilgi gerektiriyordu. Bu bilgi Nil nehrinin taşmasından sonraki anlaşmazlıkları önlemek, vergi alımı veya tohum ekimi için alan ölçümlerinin bilinmesi gerekmekteydi. Bu ve bu gibi sebepler Öklit geometrisinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Sümerlerde M.Ö. 3000 lerde tarlaların alan ölçümlerinin her iki kenarın birlikte hesaplandığı, Babilliler’de de tarlaların üçgen veya dörtgenlere ayrılarak hesaplandığı bilinmektedir.
Tuğla mimarisinin de uygulamalı matematik bilimine katkısı olmuştur. Eşkenar dörtgen şeklinde yapılmış olan tuğla yığınlarının sayısının hesaplaması için, tuğla sayısı, üç kenardaki tuğlaların sayısının çarpımı ile bulunmuştur.
İnsanın bugün geliştirdiği teknoloji birikimi, bir noktada doğadan etkilenen ve sorun çözmeye dayalı bir yapıya sahiptir. Mühendislikte yapı şekillerinin tanımlanmasında doğa ölçüleri kullanılmıştır. Batı dünyasında kullanılan ark, foot (ayak) gibi ölçü birimleri ilk çağlardan beri kullanılan ölçü birimleridir.
İnsanın doğadan etkilenerek sosyal yapısını düzenlemesi olgusu, en iyi toprak sürecinde tanımlanabilir. Toprakta, son yılların teknik imkânları ile birbirinden farklı özelliklerde milyonlarca canlının olduğu ve bunların bir kısmının birbirini desteklerken bir kısmının da birbirini yok ettiği, bir diğer kısmının ise bu oluşumda kontrol görevini üstlendiği görülmektedir. Bütün bu olgular, büyük bir alemde canlıların birbirini ne denli tamamladığını göstermektedir. İşte bu noktada insan, halkanın dışında değil içinde bulunmaktadır.
Topraktan canlıya beslenme zincirinde, bütün canlılar bir şekilde topraktan beslenerek, bir sonraki aşamaya besin kaynağı hazırlarlar. İşte bu noktada, topraktaki beslenme zincirinde meydana gelebilecek bir aksamanın insanın beslenme ilişkisini de bozacağı akıldan çıkarılmamalıdır.
Toprağın İnsan Beslenmesindeki Önemi Nedir?
İnsanın doğadan etkilenerek sosyal yapısını düzenlemesi olgusu en iyi toprak sürecinde tanımlanabilir. Çevremizde gördüğümüz küçücük bir bahçede büyük-küçük-, çiçekli-çiçeksiz, meyveli-meyvesiz, güzel kokan-kokmayan, tek yılık-çok yıllık bitkiler aynı ortamda konaklamakta, beslenerek varlıklarını sürdürmektedir. Bunun biz insanlara yansıması ise şu şekilde olmaktadır: bizler de birlikte yaşayabiliriz, bizler de paylaşabiliriz; fakat her zaman doğada çınar ağacı olacaktır ve gölgesinde ot bitirtmez, bizim aramızda da ben merkezli hep bana hep bana diyenler olacaktır. Bu diyalektiğin kuralıdır. Toprakta son yılların teknik imkânları ile birbirinden farklı özelikte milyonlarca toprak canlısı bulunmaktadır ve bunların bir kısmı birbirini destekler, diğer bir kısmı birbirini yok ederken, başka bir kısım ise birbirini kontrol etmektedir. Bütün bu olgular, büyük bir alemde canlıların birbirlerini ne denli tamamladıklarını göstermektedir. İşte bu noktada insan, bu süreçte halkanın dışında değil halkanın içinde bulunmaktadır.
Topraktan insana beslenme zincirinde bütün canlıların, bir şekilde topraktan beslenerek bir sonraki aşamaya besin kaynağı hazırladıkları belirlenmektedir. Topraktaki beslenme zincirinde meydan gelebilecek bir aksama, insanın beslenme ilişkisini bozacaktır.
İnsan Davranışlarının altında temelde beslenme (enerji) kaygısı bulunmaktadır
Gelişmenin temelinde de yeme-içme, barınma diğer bir ifade ile enerji bulunmaktadır. Yeryüzünün yaşam kavgası da enerji temin etme ile başlamıştır. İnsanın enerji temininde diğer canlılardan daha üstün gelmesi, enerji temin etme yöntemlerini ve kaynaklarını da farklılaştırmıştır. Günümüzde yaşamsal bir önemi olan her alanda enerji, yaşamın vazgeçilmez tek unsuru olarak üretim ve tüketim aşamasında çeşitli çevre sorunlarını da beraberinde getirmektedir.
Artan nüfus ve dolayısıyla artan enerji ihtiyacına bağlı olarak yer altı ve yerüstü kaynaklarının yoğun bir şekilde tüketilmesi ve beraberinde ekolojik dengenin bozulması artık hepimizin bilgisi dahilindedir.
Doğal ekosistemler dinamik bir yapı içerisinde kendilerine özgü ve süreklilik gösteren bir denge içerisinde işlevlerini sürdürürler. Çevre bu ekosistem içerisindeki canlı ve cansız bileşenlerinin bir etkileşimi olup, dinamik bir denge içerisinde hareket etmektedir. Hava, su ve toprak bu çevrenin fiziksel ve kimyasal unsurlarını; hayvan, bitki ve mikroorganizmalar ise biyolojik unsurlarını teşkil etmektedirler.
Artan dünya nüfusuna bağlı olarak yetersiz ve dengesiz beslenme sonucu özellikle de kapalı ve bölgesel beslenme kültürünün hakim olduğu kırsal kesimlerde, başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere büyük beslenme sorunu yaşanmaktadır. Yetersiz beslenmeye bağlı olarak beyin kapasitesinin düşüklüğü, verimsizlik, erken ve yüksek doğum oranı ve düşük yaşam standartları gibi problemler yaşamaktadırlar.
Dünyanın genel Beslenme Sorunları
—5 yaşın altındaki çocukların % 30’u normal ağırlığının altında bir kiloya sahiptir.
—450 milyon insanda A vitamini eksikliği vardır.
—3 milyara yakın insanda çinko eksikliği vardır.
.
—3.7 milyara yakın insanda demir eksikliği vardır.
—1 milyar kişi açlık sınırındadır.
—6 milyar insan genelde yetersiz beslenmektedir
.
—5 yaşın altındaki 250 milyon çocuk yetersiz beslenmektedir
.
—2 milyar insan sağlıksız su tüketmektedir.
—1 milyar insanda iyot eksikliği vardır.
—Demir ve çinko eksikliği yanında ( BURADAKİ CÜMLEYİ ANLAYAMADIM)
Yeterli ve sağlıklı beslenme, üremenin (çoğalmanın) ve uzun yaşamanın temelini oluşturmaktadır. İnsanın besin elementi sağlaması, tarımsal çıktılar tarafından sağlanmaktadır.
Tarımın olumsuz etkilenmesi sonucunda düşük verim ve beraberinde de düşük beslenmeye bağlı olarak kişiler ve toplum, üretkenliğini kaybedecek ve yaşamın her alanında bir durgunluk yaşayacaktır. Bu bakımdan tarımın, dolayısıyla da bitkilerin sağladığı besinler dünyadaki nüfusun beslenmesinde önemli bir yer tutmaktadır.
Merkezinde insan olan beslenme bugün insanın içgüdüsel ve zorunlu ihtiyaçlarından birisidir. İnsan bünyesi yer küredeki 25 kadar elementin değişik düzeyde ve formda oluşturduğu bileşiklere gereksinim duyarak canlılığını sürdürmektedir. Bu besin elementlerini, organik dokuyu, iskeleti, osmotik ilişkilerin kontrolünü ve vücut dokularındaki pH dengesi gibi fonksiyonları, söz konusu elementler sağlamaktadır. İnsan besinleri, bitki ve hayvansal kaynaklı olmak üzere bu iki kaynaktan, su ve az miktarda da olsa havadaki tozlardan beslenmektedir.
Topraktan insana beslenme zincirinin en kritik noktası yetersiz ve dengesiz beslenmedir. Birçok insan, yeterli besin alabilmekte; fakat dengeli beslenememektedir. Batı toplumunun bugünkü beslenme şekli olarak insanın tükettiği yiyecek kitlesi miktarı yüksek; fakat besin elementi ve vitamin dengesi ise düşük olabilmektedir. Ağırlıklı olarak ayaküstü atıştırılan yağlı yiyecekler, kola ve alkolü içkiler yüksek kalori içeren yiyeceklerdir. Ancak bu gıdaların mikro-elementler içerikleri oldukça düşüktür.
Toprak içerdiği su, hava, organizma, organik madde nedeniyle canlı olarak kabul edilmekte ve canlıların yaşam ortamı olarak da hizmet görmektedir. Toprak birçok çevresel etkilere karşı tampon görevi görerek zararlı ve zehirli maddeleri tutup filtre ederek taban sularının temiz kalmasını sağlamaktadır. Artan oranda kirletici maddelerin yağmur ve sulama suları ile gelmesi sonucu zamanla topraklar da kirlenmektedir.
Bu yönüyle canlılığın devamı için vazgeçilmez fonksiyonlar yüklenen toprak, insan için korunması gereken değerli bir varlık olup kirletilmemesi için gerekli önlemlerin alınması zorunludur.
Toprak İklim Değişimlerinin Önlenmesinde Önemli Bir Depo Kaynağı
Atmosfer yeraltı fosil kaynaklarından ve topraktan salınan CO2konsantrasyonundaki bu hızlı artış ve küresel iklim değişimleri üzerindeki olası negatif etkilerinin azaltılması için Birleşmiş Milletler öncülüğünde iklim zirvelerinde yapılan bütün görüşmelerde ve bilimsel çalışmalarda atmosferdeki karbon dioksit ve diğer karbonlu gazların (metan ve hidrokarbonlar) konsantrasyonun düşürülmesi üzerine yoğunlaşmıştır.Araştırmalar toprak işleme ve yönetimine bağlı olarak karbon stoklarındaki hızlı oksidasyonun özellikle atmosferin kimyasında önemli değişmelere neden olduğu ve bu gazlardan özellikle CO2’nin miktarındaki artış, iklimi, bitkilerin fizyolojisini, toprağın mikrobiyal aktivitesini ve organik maddenin oluşumunu ve parçalanmasını önemli ölçüde etkilediğini belirlemiştir. Topraklar bu anlamda hem atmosferdeki karbonun bağlanması için depo görevi gördüğü gibi yanlış kullanılan toprak ile karbonun kaynağı da olabilmektedir. Ekosistemde toprakta depolanan veya topraktan atmosfere salınan C miktarı, net ekosistem üretimi ile ekosistemden atmosfere salınan toplam biyolojik solunumuna bağlı olarak artmaktadır. Özellikle yanlış arazi kullanımına bağlı olarak yoğun toprak işleme, berberinde topraktaki organik karbonun hızla oksidasyonuna neden olmaktadır.
Yapılan bilimsel çalışmalar, milyarlarca yılda oluşan topraktaki karbon birikiminin toprak işleme ile 100 yılda yarıdan fazlasının okside olduğu ve atmosfere karıştığını belirlemiştir.
Günümüzde atmosfere salınan gazların yeniden normal düzeye çekilmesinin birinci ve neredeyse tek kaynağı, bitkilerin fotosentez yapmasıdır. Atmosferdeki gazların toprağa bitkiler üzerinden bağlanması ve topraktan depolanması, günümüzün en stratejik araştırma konularının başında gelmektedir. Ayrıca karasal ekosistemde atmosferdeki CO2artışını engellemek, toprakta depolamanın en ucuz ve düşük maliyetli olması nedeniyle büyük ilgi görmektedir.
Ne Yapabiliriz?
Yukarıda belirtildiği gibi dünyanın nüfusu bugün 7.2 milyar düzeyine ulaşmış ve bu sayının önemli bir kısmı yoksulluk ve yetersiz beslenme koşullarında yaşamaktadır. Bu durum toprağa olan ihtiyacı daha da artırmıştır. Bu bağlamda tarımsal toprak kaynaklarının korunmasına özen gösteren alternatif sistemlere geçilmesi, gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakma adına hepimiz için ön koşul olmalıdır. Kaynak koruyucu tarımsal üretim modellerinin yaygınlaştırılması, yönlendirici politikaların uygulamaya alınması, yasal düzenlemelerin yapılması, teknik elemanların ve üreticilerin eğitilmesi geleceğimiz için önem arz etmektedir. Bu açıdan resmi kurumlar, karar verici merciiler kadar sivil toplum örgütleri, üretici birlikleri ve bizlerin yaşanılabilir bir çevre için bireysel sorumluluk alarak, toprağın korunması sağlanmalıdır. Toprak bir meta veya arsa olarak görülmemeli, tam tersine insanın gıda kaynağı olarak görülmelidir. Ayrıca toprak, iklim değişimlerinin biricik nedeni olan atmosferdeki karbondioksitin yer yüzeyinde tutulmasının en önemli kaynağıdır. Toprakta karbon tutulması dünyanın sürdürülebilirliği ve sağlığı için çok önemli ve eşsizdir.
Sınırlı doğal kaynaklara sahip dünyamızda artan çevre kirliliği faktörleri nedeniyle artık çevreyi temizlemesini bilen yeni teknolojiler ve politikaları geliştirmek zorundayız. Plansız, programsız, basit kâr güdüsü ile hareket etmek yerine, doğayı ve insanı ön plana alan sürdürülebilir bir yaklaşımla hareket etmek daha akılcı ve zorunludur.
Bu bağlamda BM tarafından kabul edilen 5 Aralık Dünya Toprak günü insan sağlığı ve beslenmesi yanında, karbonun depolanması ile dünyanın dengesinin sağlanması bakımından toprağın önemsenmesi ve korunması gerekir. Toprak bilimcileri olarak toprağın topluma insanlığın geleceği için daha iyi anlatılması ve yöneticilerin konuya dikkatini çekebilmek adına yeni yaklaşımlara yönelmemiz gerekir.
Artık insanın üzerinde yaşadığı toprağın felsefi anlamı üzerinde düşünmesi gerekir. Toprağa ait olduğumuzu bilmemiz ve toprağı besin kaynağı olarak görüp, geleceğimizin gıda güvencesi için onu korumamız gerekir. Dünya toprak günü nedeniyle toprağı insanlık için birçok yönden tanıtmak ve ona sahip çıkmak zorundayız. Toprağı daha iyi anlamak dileği ile.
04 Aralık 2014, Adana
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder