Kiminle savaştığının adını söylemeden savaş olur mu?
Düşman kimdir?
Halka, düşmanın kim olduğu söylenmez mi?
Ülkeye bir saldırı varsa, savunmayı kim yapar?
Bizim nesiller savaş yaşamadı. Savaşları televizyondan, rahat koltuklarımızdan sinema izler gibi izledik.
İzlediğimiz savaşın, taraflarını hep Amerika ve Batı medyasından aldığımız bilgilerle anlamaya çalıştık.
Kimin haklı, kimin haksız olduğuna bu bilgilerle karar verdik.
Sözgelimi, bize çok uzak olan Afganistan’daki Amerikan işgalini düşünelim.
Bize anlatılan neydi?
Afganistan’da teröristler var. Amerika Afganistan halkını teröristlerden kurtarmak amacıyla Afganistan’dadır.
Amerika iyi bir iş yapıyor, üstelik müttefikimiz, birlikte hareket etmeliyiz, öyleyse bizde Afganistan’a asker göndermeliyiz.
Siz hiç işittiniz mi, Meclisteki muhalefet partilerinin, Türk askeri Afganistan’a gitmesin dediğini?
Afganistan için yazdıklarımızı, Yugoslavya, Libya, Lübnan ve diğerleri için de tekrarlayabiliriz.
Meclisteki siyasi partilerin parti programlarında, Amerika ile ilişkilerimizi daha da geliştireceğiz diye cümleler vardır.
Türk ordusunun görev tanımı yapılırken,” kriz bölgelerine müdahale gücü olacaktır” yazılıdır.
Açarsak; Amerika ile birlikte gereken yerlerde savaşacağız anlamındadır.
İyi Amerika ile birlikte savaşalım da, Amerika savaşa savaşa sıra bize geldi.
Amerika hayatında savaştan başka bir şey düşünmedi ki, bundan sonra düşünsün.
Şimdi Amerika geldi PKK ile birlikte sınıra dayandı.
IŞİD’e karşı karada benimle savaş diyor
Ordu hayır diyor. Siyasi iktidar kıvırtıyor.
Amerika asıl gücün ordu olduğunu bildiğinden, hayır diyenin üzerine gitmek için, bir ABD yetkilisi geliyor, öteki gidiyor.
Orduyu ikna etmekte zorlanan ABD, Kandil’de PKK ağır silah eğitimini veriyor.
Öte yandan ÖSO’ya verilecek eğit donat için de, Amerika kıvırtıyor.
Terör örgütünü ağır silahlarla donatacaksın, sonra dönüp Türkiye’ye müttefik diyeceksin…
Biz bu tip ahlaksızlığın, Saddam yönetimine de uygulandığını çok iyi biliyoruz.
Irak ile stratejik müttefikti, Saddam’ı sekiz yıl İran ile savaştırdı.
Sonra…
Sonrası malum.
Önce Irak’ın kuzeyinde bir KÜRT oluşumu v.s.
Bu kadar yakın geçmişi şunun için anlattım; Düşmanımız belli, düşmanımız adım adım üstümüze geliyor.
İç cephemizi içerden bölerek yürüyor.
Hem içerden hem kandilden çalışarak, Türkiye’yi istikrarsızlaştırıyor.
İstikrarsızlaşan ülkelerin dirençlerinin kırıldığını iyi biliyor.
Gelip giden Amerikalı yetkililer, şunu anlamaya çalışıyorlar; acaba Türkiye aleyhinde yaptıklarımızı, Türkiye ne dereceye kadar anlıyor.
Daha ne kadar ilerleyebiliriz. Hangi mevziler ele geçerse, ileride işimize yarar ona bakıyorlar.
Bizimkiler de, koca Amerika konuları bizimle görüşüyor. Diye seviniyorlar.
PKK’ya stratejik desteklerini bizlerin nasıl karşıladığını anlamaya çalışıyorlar.
Halktaki tepkileri ölçmeye çalışıyorlar.
Asıl meselede, Türklerin düşmanın adını koyup koymadıklarını anlamaya çalışıyorlar.
Kurtuluş Savaşında da hatırlıyoruz ki, düşmanın adının ancak düşman, İzmir’e çıktıktan sonra konabilmişti. İstanbul hükümeti hala düşmana düşman demiyordu.
Düşmanın adının konulması, halkın savaşa hazır edilmesi bakımından hayati önem taşımaktadır.
Amerikan tehditleri çoğaldıkça, savaş her geçen gün biraz daha yaklaşırken, ağız dalaşlarıyla oyalanmak aymazlıktır.
Düşmanın adı Amerika’dır.
PKK onun istikrarsızlaştırma taşeronudur.
Düşmanın adını halkımıza açıkça söylemek, siyasi iktidarın, Meclis’teki muhalefetin görevidir.
Düşmanın adını koymamak, halkımıza zaman kaybettirmektir.
19.11.2014,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder