19 Kasım 2014 Çarşamba

Celal Şengör : Din Temelli Eğitim, Türkiye’nin Karşısında Bulunduğu En Büyük Tehlikedir

Yazıyı alıntı yaptığım site Celal Şengör’ün iznini almış.

Yazar: Celal Şengör (Yazısının paylaşılması konusunda kendisinden e-posta ile müsaade alınmıştır).

Ben izin almadım.


İnsan eğitiminin iki amacı vardır:

1) Kişiyi yaşama hazırlamak, 
2)Kişiye yaşamını sürdürebilmesi için belli bir beceri vermek.
Kişiyi yaşama hazırlamak demek, kişinin içinde yaşayacağı toplumun özelliklerine göre, o toplumla karşılıklı iletişiminde bulunmasını sağlamak demektir.
Kişiye yaşamını sürdürebilmesi için gerekli beceriyi kazandırmak ise, kişinin toplumun ihtiyaç gösterdiği işlerden birinde uzmanlık kazanarak gelirini kazanmasın temin etmek demektir.
Her iki amacın temelinde toplumla kişinin ilişkisini kurmak yatmaktadır.
Bu ilişki iki temel yolla kurulabilir.
Birincisi ve ilkel olanı, toplumu belli kalıplar içerisinde kalıplayarak her bireyi o kalıplara göre yetiştirmektir.
Bu en ilkel toplumlarda fiziki güce sahip bireyin toplumun diktatörü haline gelmesiyle yapılır ki bu diktatör konumundaki bireye hayvanlar âleminde genellikle alfa erkeği adı verilir.
Maymunlardan kurtlara, sürüler halinde yaşayan hayvan topluluklarında alfa erkeği belli bir sayıda dişiyi ve yavruyu kontrol eder.
Böyle bir düzende kontrol edilenlerin özgürlükleri sınırlıdır ve sadece ve sadece alfa erkeğinin istekleri doğrultusunda yaşamlarını sürdürebilirler.
Alfa erkeğinin değişmesi her zaman şiddet yoluyla olur.
Alfa durumuna geçmek isteyen genç bir erkek, yaşlanan lafa erkeğine meydan okur:
Yapılan dövüş sonucu alfa erkek ya öldürülür ya da toplumdan dışlanarak yalnız bir yaşama mahkûm edilir.
İlkel insan topluluklarında ise, toplumu diktatörce yönetmek, diktatörün bireysel fiziksel gücünü aşan bir şeydir.
Onun için işin içine düşünce girer.
Toplumun diğer öğelerinin düşüncelerini kontrol edebilen, yani onları istediğine inandıran, diktatör olur.
Dolayısıyla diktatörlük için toplumun bir bütün olarak kabul edebileceği inanç sistemleri geliştirilmelidir.
İşte dinler kısmen bu ihtiyaçtan, yani toplumun yönetilmesi için gerekli bir araç olarak ortaya çıkmışlardır.
Dinlerin diğer amacı da, bireye yaşadığı çevreyi açıklamaktır: Doğa olayları niçin oluyor, niçin doğuyoruz, niçin ölüyoruz, ölene ne oluyor gibi sorular her zaman düşünmeyi öğrenen insanı meşgul etmiş olan sorulardır.
Bunlara hemen cevap bulamayan ilkel insan, kendince masallar uydurarak bunları izah etmeye çalışmış, bu uğraştan da dinler doğmuştur.
Kısaca din ilkel bir bilim ve aynı zamanda ilkel bir hukuktur.
Din ile bilimin ayrılması kolay olmuştur (ama çok uzun bir zaman almıştır):
Dinin getirdiği açıklamaların gözlemle çeliştiğini gören ve bunu dile getiren insanlar yeni açıklamalar arayarak ilk bilim insanları olarak toplumlara yeni bir yöntem öğretmişlerdir.
Bu yeni yöntemin temelinde şu iddia vardır:
Bireyin dışında gerçek bir dünya vardır.
Bu dünyaya ulaşmanın tek yolu gözlem ve muhakemedir.
Ancak gözlem işlemini yapan duyularımız mükemmel değildir.
Onun için her gözlem muhakeme filtresinden geçirilmelidir.
Bu filtre ise sürekli değişmek zorundadır, zira ona temel olacak bilginin kendisi de eninde sonunda gözleme dayanır.
O zaman gözlemi ne kadar çok birey yapar ve kendi aralarında gözlediklerini ne kadar özgürce tartışırlarsa o kadar gerçeği yakalama şansı olur.
Bu şekilde elde edilen ‘gerçeklere’ dahi tam olarak asla güvenilmez.
Bireyin öğrendiği her gerçek muhakkak bir miktar ‘yanlış’ içerir, çünkü her gözlenen nesne veya süreçte sonsuz gözlenmesi gereken öğe vardır.
Bunların hepsini gözlemeye ise ne fiziksel imkanlarımız ne de kısıtlı olan ömrümüz müsaade eder (bu ifadenin doğruluğunu anlamak için baş parmağınızdaki atomların elektronlarını saymayı deneyin!).
Ömrümüzün kısıtlı olması sorununu, bilgi edinme işini nesillere yayarak çözeriz.
Fiziksel imkânlarımız ise sürekli gelişmektedir.
Ancak kâinatın büyüklüğü her şeyi bilmemize engeldir.
Onun için elimizdeki en iyi bilgilerle yaşamak zorundayız ve her şeyi bildiğimizi asla iddia etmemeli, böyle iddialarda bulunanlara asla inanmamalıyız.
Dinler ise, her şeyi bilen birileri (tanrı, peygamber, papa vs) olduğunu iddia ederek bu iddiaya inanılmasını isterler.
Tarih, bu tür iddiaların hepsinin yanlış olduğunu, yani her şeyi bilenlerin iddia ettikleri bilgilerin de nihayet yanlışlarla dolu insan düşüncesinin ürünü olduğunu göstermiştir.
Özgür gözlem denetimine alınamayan düşünce ise diktatörlüklerin temelidir.
Türkiye’de din temelli eğitim istemek, ülkeyi yukarıda anlatılan ilkel diktatörlük rejimine mahkûm etmenin hazırlığını yapmak demektir.
Din temelli eğitim, şu anda ülkemizi mücadele edilmesi gereken bir numaralı düşmanıdır.
Gündelik siyasi çekişmelerin gürültüsünde bu unutulmamalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder