9 Kasım 2014 Pazar

Genelkurmay Erdoğan’a darbe yapar mı

Bugün Cemil Bayık da Erdoğan’ın önündeki seçenekleri “ya darbe ya iç savaş” diye sıralayınca ortaya tuhaf bir durum çıktı. Zira geçen hafta Aysel Tuğluk “seküler güçler”i harekete geçmeye çağırmış, Sırrı Süreyya Önder ondan da önce “darbe mekaniği”ne vurgu yapmıştı.
Geçen yazımızda sorguladık. Devam edip soruyu netleştirelim: Genelkurmay Erdoğan’a darbe yapar mı?
AKP ile ABD arasında yaşanan sorunun aslında daha derinde olduğu ve ayrımın ideolojik bir boyut taşıdığı yazının ilk bölümünde vurgulanmıştı. Bundan sonrasında neler yaşanabileceğine ve Erdoğan ve Davutoğlu'nun akıbetinin ne olabileceğine yönelik olarak ise, önemli ölçüde veri birikmiş görünüyor.
BM KARARLARINDAN KIRMIZI HALIYA
Bunun için son bir ayda ortaya çıkan kimi işaretlere bakmak gerek. Eylül ayı içinde toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 24 Eylül’de önemli bir karar aldı. 2178 no’lu bu karar, İslami aşırıcılıkla mücadele etmenin önemine vurgu yaparken, eğitimin ve ılımlı din adamlarının aşırılıkla mücadele edeceği bir toplumsal organizasyonun önemli olduğunu vurguluyordu. Özellikle 15 ve 16 no’lu kararlar, bu çerçeveye dönüktü ve burada aşırılığa zemin hazırlayan dışlayıcı ve düşmanlaştırıcı bir üslubun terk edilmesi gerektiğinin altı çiziliyordu. BM’nin bu yorumunun “dindar ve kindar nesil” gibi söylemleri dışlayacağı açık. Ancak bununla coğrafyada laikliğin yeniden öne çıkarılacağı gibi bir sonuç çıkarmak ise hayli iyiniyetli bir yaklaşım. Bununla birlikte Türkiye’nin özellikle 20 no’lu kararda adı zikredilmeden El Nusra ve IŞİD gibi örgütlere yardım ettiğinin ifade edilmesi, Erdoğan-Davutoğlu ekibinin uluslararası alanda suçlu konumuna düşürülmesinin yasal zeminlerini sunduğu gibi, sürdürdükleri politikaların artık hiçbir karşılığının olamayacağını da tescilliyor.
BM’de bu kararlar alınırken, aynı hafta Gülen cemaati, New York Times, Washington Post ve Wall Street Journal’a, “ISIS Cruelty Deserves Our Strongest Condemnation” diye ilana çıkıyordu. AKP, ABD’nin Ortadoğu’ya IŞİD üzerinden gelişiyle birlikte Yeni Osmanlıcı fantezilerine sarılmaya devam ederken, cemaat, BM ve ABD hattına uygun olarak kendisini yeniden “ılımlı İslam’ın” savunucusu rolünde öne sürebiliyordu.
Cemaatin, ABD gazetelerinde ilana çıktığı günlerde, Yeni Şafak’ta Ali Bayramoğlu ise dikkat çekici bir yazı kaleme aldı. “New York Times, Bizimkiler ve Darbe Temposu”!
Bayramoğlu burada, dış politikada AKP’yi itibarsızlaştıran bir lobinin olduğunu ve AKP’nin uluslararası alanda elini oldukça zayıflatacak şekilde bir kampanya yürütüldüğünü söylüyordu. New York Times’ı baş sıraya koyan Bayramoğlu, cemaatin de burada rol aldığını söyleyerek yazısını, Erdoğan ve Davutoğlu ekibine yönelik, “Türkiye’nin dış politikası bu tahriklere kapı açarsa pek çok kesimin darbe temposu tutturabileceği” uyarısı ile bitiriyordu.
ÜST BİR AKIL VAR!
 “Üst akıl” ifadesini duymayalı neredeyse bir yıl olmuştu. Bu ifadeyi Erdoğan’dan en son 17 Aralık sürecinde işitmiştik. PYD için “terörist” ifadesini kullandıktan bir gün sonra, ABD’nin PYD’ye askeri yardımda bulunup bunu deklare etmesi, daha çok Erdoğan’a yönelik bir mesajdı. Körfez Savaşı sırasında da, Saddam Hüseyin’e karşı ABD tarafından Kürtlere yapılan silah yardımlarının bir kısmının PKK’ya da ulaştırıldığı hep bilinir, ancak bunlar ABD tarafından yalanlanırdı. Şimdi ise, Türkiye’nin “terör örgütü” saydığı PYD’ye yapılan silah yardımı, bizzat ABD Merkez Komutanlığı tarafından duyuruluyor.
Irak-Barzani ve Barzani-PYD uzlaşmasında Erdoğan’ın oyun dışı kalması, BM tarafından savaş suçlusu olarak ilan edilebileceğine yönelik 2178 no’lu karar, PYD’ye yapılan silah yardımı, Irak Başbakanı’nın PKK için, “Terörist bir örgüt değildir, teröristlere karşı savaşmaktadır” ifadesi, Beyaz Saray’ın Ermeni soykırımını sembolize eden halıyı sergileyeceğini duyurması, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nde 140 oy beklerken sadece 60 oy alabilmiş olması...
Erdoğan, bugüne kadar darbeleri aniden, beklemediği anlarda ve doğrudan aldı. Burada ise, bugüne kadar yaşadığı deneyimlerden farklı bir tablo var. Erdoğan ağır ağır hırpalanmakta ve yavaş yavaş zayıflatılmakta. Estonya dönüşünde Ortadoğu’da yaşananlarla ilgili “üst bir aklın devrede olduğunu” söylemesi, son bir yılda yaşadıklarının yeniden gerçekleşebileceğini düşündürmüş olmalı.
Erdoğan’ın bu ifadeyi kullanmasından tam bir gün sonra Yeni Şafak’ta Cem Küçük “Üst Bir Akıl Var”başlıklı yazısında da bunu ifade ediyordu zaten. Açık bir biçimde “Türkiye’nin Ortadoğu’da ABD’nin oyununu bozan tek devlet olduğunu” iddia eden Cem Küçük, “bu üst aklın her yolu deneyebileceğini”de öne sürüyor.
GENELKURMAY KONUŞMAYA BAŞLARKEN : 28 ŞUBAT SÜRECİ ERDOĞAN'A HASSAS BİR DİLLE ANLATILIYOR!
Bütün bunlar bir aylık bir süreçte yaşanırken Genelkurmay’ın Ağustos’tan itibaren siyaset konuşmaya başlaması ise, ABD’nin, IŞİD üzerinden bölgeye müdahale etmeye başladığı sürece denk düşüyor. Adeta Jeffrey’in, ordunun dış politikada sesinin daha çok çıkması ve daha merkezi bir konuma oturması gerektiğine yönelik vurgularını hatırlatırcasına… Ancak, Erdoğan oyun dışı kalmaya başlarken, Türkiye’nin ABD çizgisinden çıkacağını düşünmek için ise elbette hiçbir sebep yok. Burada önemli bir ayrıntıyı not düşmek gerekiyor. ABD Savunma Bakanı “IŞİD’e karşı ortak mücadele” kapsamındaki görüşmeler için Türkiye’ye geldiğinde, ilk ziyaretini Erdoğan ve Davutoğlu’nu atlayarak Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e yapıyordu. Org. Özel’in ABD Savunma Bakanı’nın yanı başında verdiği hazır ol pozu ise pek çarpıcıydı. Bugünlerde ise Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, “Biz gidersek Türkiye’de çok kötü şeyler olur!”deme ihtiyacını hissediyor; yine, Davutoğlu, CHP eleştirisini, “Camileri ahır yaptılar!” noktasından alıp CHP’nin “darbeci olduğuna” kaydırıyordu. Bu ifadeler, AKP açısından bir ön alma olarak ve hissettikleri girişimlere yönelik bir umacı yaratmaktan ziyade, bu sözleri dile getirten kimi gelişmelerin farkında olduklarını, altlarındaki zeminin çekilmeye çalışıldığını hissettiklerini göstermesi bakımından da önemli. 
Genelkurmay’ın konuşmaya başlamasından söz edildi yukarıda. Ve ilk ifade, 30 Ağustos resepsiyonunda Necdet Özel’den gelmişti. Çözüm sürecinden Genelkurmay’ın haberinin olmadığını söylemesi yetmezken, Özel, bir de PKK için “terör örgütü” ifadesini kullanıyordu. Yine, Salih Müslim, Ankara’da Erdoğan’la görüştükten bir gün sonra, sınırda iki “PYD’li terörist yakalandı” açıklaması geliyordu Genelkurmay’dan. Kobani’ye peşmergenin Türkiye üzerinden geçişini sağlayacak koridor açılmasına yönelik ise, “Bunu Dışişleri’ne sorun” diyecek kadar açık bir karşıtlık hissettiriyordu.
Bütün bunlardan daha önemli olan bir bilgiyi ise, Yenicağ gazetesinin son MGK toplantısı sonrası yaptığı çok önemli haberden öğreniyoruz. Ahmet Takan'ın haberine göre; asker, Kobane protestoları uzerinden son süreçte yaşanan gelişmelere tepkisini Erdoğan ve Davutoğlu'na yönelik "Sabrın da bir sınırı var!" ifadesi ile dile getiriyor. Üstelik 28 Şubat hatırlatması yaparak!
"Paralel yapı kırmızı kitaba girdi mi bilemem ama Recep Erdoğan'a 28 Şubat süreci ve sonrasındaki ince ayrıntılar ve tecrübeler gayet hassas bir dille anlatıldı." diyor, Ahmet Takan.
Ordunun yaşanan süreçten Erdoğan ve Davutoğlu ekibini sorumlu tuttuğunu anlıyoruz. Ancak, bununla sınırlı değil. Askerin, cemaatin kırmızı kitaba alınması yönündeki talebe yönelik tutumu çok fazla şeye işaret ediyor;
"28 Şubat'ın önde gelen siyasi aktörlerinin ve imza sahiplerinin nasıl bir kenara çekildiği ve kurulan mahkemelerde suçsuz insanların nasıl okka altına gittiği lisan-ı munasiple Recep Erdoğan'a izah edildi.Erdoğan'ın isteklerinin kırmızı kitaba dahil olması ile devlet mekanizmalarının gireceği yeni süreçte 28 Şubat'tan daha büyük sıkıntıların yaşanacağı açık seçik ortaya konuldu."
Cemaatin kırmızı kitaba alınmasının askerler açısından öncelik taşımadığı ve hatta buna hiç de sıcak bakmadıklarını görüyoruz. Bu haberlerin içeriğine ise henüz bir yalanlama gelmedi. Tam tersine; AKP yandaşlarının, askeri bir tehlike olarak gören yazılarında Aysel Tugluk'un T24'te yayımlanan yazısı ve son MGK toplantısı sonrasında ciddi bir artis var. Panik halli kaleme aldıkları yazılarında, bir yandan Abdulkadir Selvi ve Ahmet Kekeç, Tuğluk'a darbeci derken; öte yandan Ali Bayramoğlu, asker riskinden bahsediyor. Ne hikmetse; Cem Küçük, tam da bu sırada, Abdullah Gül'ün biyografisini kaleme alan Exeter Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Gerald Maclean'in, Gül'ü övüp Erdoğan'ı yermesine fazla içerliyor.
Son bir iki haftada ilginç olan iki gelişme ise, ABD’nin PYD’ye silah yardımı yapması ve Türkiye’den koridorun açılacağı haberlerinin hemen akabinde, Salih Müslim’in CNN Türk ekranlarına çıkmasıydı. AKP-Cemaat kavgasında nerede durduğu tahmin edilebilecek bir Taha Akyol koordinatörlüğü, Salih Müslim’in “Ankara sözlerini tutmadı” ifadesini canlı yayında aktarıyordu. İkincisi ise, Soner Yalçın’ın gözaltına alınıp serbest bırakılmasıydı. Bugün yazarı Adem Yavuz Arslan’ın şikayeti üzerine on gündür İstanbul’daki evinde bulamadıkları (!) Soner Yalçın’ın, gittiği bir konferans için Denizli’de kaldığı otel odasında sabahın beşinde baskın yapar gibi gözaltına alınması, cemaatin verdiği “Buradayız!” mesajı olarak okunabilir. 
ORTA YERDE SORULAR
Ve, sorular... Jandarma Genel Komutanlığı’nın İçişleri Bakanlığı’na bağlanmasına yönelik çabalar nereden çıktı? Neden AKP bu süreci hızlandırmak istiyor? Efkan Ala’nın, “Elbette ordu siyasallaşacak”demesi, zaten konuşmaya başlayan ordunun ilerleyen süreçte çok daha fazla konuşmasının önlenemeyeceği öngörüsüne mi dayanıyor?“Konuşacaksa bizim siyasetimize angaje olsun” diye düşünülüp cemaatin jandarmadan tasfiyesine yönelik bir zemin hazırlığı mı yapılmaya çalışılıyor? Sahi; Emniyet’te, cemaate yapılan büyük tasfiyenin etkilerini basından izleyebildik. Ya, ordudaki cemaat tasfiyesi! Ordudaki cemaatçilerin tasfiye edildiğine ve cemaatin orduda büyük bir güç kaybettiğine yönelik herhangi bir veri var mı elimizde? Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Hulusi Akar’ın ya da Jandarma Genel Komutanı Org. Abdullah Atay’ın bu süreçte pek de verimli çalışmadıkları söylenebilir mi? Ya da son MGK toplantısında, askerlerin bu konudaki ağırdan alan halleri bir ipucu olabilir mi? Bu sorulara cevap olabilmesi için, AKP’nin seçimlerle yenilme ihtimalinin hem ABD hem de Türkiye solu açısından mümkün gözükmediği verisi bir başlangıç noktası olarak alınabilir. Seçimlerin meşruiyetini önemli ölçüde kaybettiği ve devrim ya da rejimin restorasyonuna bağlı siyasi değişimlerin parlamento dışından gelebileceği nesnel bir konjonktür bulunuyor. Şu an için ise bilebildiğimiz tek bir şey var. Asker, sadece asker değildir!   
Taylan Karslı
Odatv.com
 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder