31 Ocak 2015 Cumartesi 00:00
Bölücüler
/
Kürtçüler hiçbir şeyden çekinmeden söylemlerine ve eylemlerine fütursuzca devam etmektedir. Bu davranışlar karşısında ise çözüm sürecine zarar verir düşüncesiyle, yönetim tarafından herhangi bir işlem yapılmamaktadır.Söylenenler ve yapılanlar anayasa ve yasalarımıza göre suç teşkil etmektedir. Ancak kanunlara ve hukuki kararlara uymamak, yönetim tarafında da alışkanlık haline getirildiği için bunlara da ses çıkarılmamakta, güvenlik güçlerinin ve adli mekanizmaların harekete geçmesi de pek arzu edilmemektedir. Esasen yönetimin bunlara ses çıkarmaması ve bu şekilde duyarsız kalması ve tepki göstermemesi de suç teşkil etmektedir.
Etnik siyaset yapan partinin eş başkanının yurt dışından verdiği beyanatta, müzakerelerde AB’den gözlemci olması ve Türkiye’ye baskı uygulamasını talep etmesi, Türkiye’nin Avusturya örneğinde olduğu gibi eyaletlere bölünmesinin şart olduğunu söylemesi, niyeti açıkça ortaya koymaktadır.
Diyarbakır’da eğitime açılan, aynı gün valilik tarafından kanunsuz olduğu gerekçesiyle mühürlenen, ancak kanunsuz şekilde de mührü sökülen okul, resmiyet kazanmamasına rağmen eğitim ve öğretimine devam etmiş, üstüne üstlük 110 öğrencisine Kürtçe karne vermiştir. Karne dağıtımında bölücü/Kürtçü siyaset yapanlar da konuşmalar yapmışlardır. Devlet bu etkinlikte sessiz kalmıştır.
Diyarbakır’da eğitime açılan, aynı gün valilik tarafından kanunsuz olduğu gerekçesiyle mühürlenen, ancak kanunsuz şekilde de mührü sökülen okul, resmiyet kazanmamasına rağmen eğitim ve öğretimine devam etmiş, üstüne üstlük 110 öğrencisine Kürtçe karne vermiştir. Karne dağıtımında bölücü/Kürtçü siyaset yapanlar da konuşmalar yapmışlardır. Devlet bu etkinlikte sessiz kalmıştır.
İçişleri Bakanlığı’nın “Kobani raporu” adı altında hazırladığı ve ilgili mercilere verdiği raporda, çözüm sürecinin bir çözülme sürecine doğru gittiği ve bölgede devlete güvenin kalmadığı belirtilmektedir.Bölgede cereyan eden olaylara baktığımızda da, bölücü teröristlerin devlet otoritesini hiçe saydıkları açıkça görülmektedir. Bunların provokasyon olarak nitelendirilmesi de “deve kuşu” örneğini hatırlatmaktadır.
Olanları ve olayları daha fazla sıralamanın bir anlamı yoktur. Bunları görmesi gerekenler ve önlem almakla yükümlü olanlar neyin ne olduğunu bilmektedir. Ancak girilen yolun hatalı olduğunu anlamalarına rağmen, çok değişik gerekçelerle, bu yanlış yoldan dönmeye cesaret edememektedirler. Bu nedenle, seçimi de bahane edip, orta sahada top çevirme anlayışıyla vakit geçirmeye ve bu arada zaman zaman milliyetçi söylemlerle de oy kapmaya veya mevcut oyu kaybetmemeye çalışmaktadırlar.
***
Bölücülerin
/
Kürtçülerin çözüm sürecinden anladıkları, ana dilde eğitim, anayasanın değişmez maddelerinin değişimi, demokratik özerklik adı altında otonom bir idare, kendi güvenlik gücü, Öcalan’ın serbest bırakılarak hapishaneden değil, açıktan ve doğrudan siyaset yapması, PKK’nın ve teröristlerin siyasette ve sosyal yaşamda legalleşerek yer alması gibi isteklerinin dile getirilerek bu konuda arka arkaya adımlar atılmasıdır. Çözüm de, bunların tamamının karşılanmasıdır. Bunun sonunun da bölünme ve “Büyük Kürdistan”ın kuzey parçasını oluşturmak olduğu bellidir.Yönetimin davranışlarından anlaşılan ise bu isteklerin karşılanmasıyla karşılanmaması arasında cilve yapmaktır. Bu cilveler, seçim yaklaştıkça artış göstermekte, oy ve bunu takiben başkanlık sistemi arayışları için tavizler verilebileceği anlaşılmaktadır. Ancak yönetimin, mutlaka sonuca ulaşılacağını söylemesi, bu isteklerin karşılanacağı anlamını taşımaktadır.
Yine belirli kesimlere şirin görünmek amacıyla Kürtçülüğün övülmesi, PKK’nın da içinde olduğu Kobani’ye selam gönderilmesi, hatta Kürtçe öğrenmeye başlanacağının dahi ifade edilmesi, oy almak ve iktidarı devam ettirmek için neler yapılabileceğini açıkça göstermektedir. Türklüğü yok sayan, ifade etmekten ısrarla kaçınan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak dahi Türk olmayı ağzına alamayan, birçok alanda Türk ve T.C. yazılarını/söylemlerini ortadan kaldıran, Türkçe yerine Kürtçeyi öven ve Kürtçülüğü yüceltmek için her türlü davranışı sergileyen bir anlayışın, Türk Milleti tarafından hala kabul görmesini anlamak mümkün değildir. Ayrıca Türkçe yerine, olmayan Osmanlıcanın ön plana çıkarılması da kasıtlı ve üzücü bir yaklaşımdır.
***
Ancak bunların suçunu başkalarında aramanın bir anlamı yoktur. Çıkış yolu olarak, vurdumduymazlıktan kurtulmanın, bugüne kadar ülkemize sahip çıkmak için gerçek anlamda neler yaptığımızı gözden geçirmenin ve kendimiz için bir öz eleştiri yapmanın daha doğru olacağı düşünülmektedir.
Türk aydınlarının, ulusalcıların
/
milliyetçilerin, kendi menfaatlerini ülkenin ve Türk Milletinin menfaatlerinden üstün görmeyenlerin, özellikle birbirlerini suçlamak
/
yemek yerine enerjilerini verimli alanlarda kullanmalarının, birbirine propaganda yapmak yerine, gerçekleri göremeyenlere yardımcı olmalarının daha uygun ve faydalı olacağı değerlendirilmektedir.
http://www.yenicaggazetesi. com.tr/ sitesinden 31.01.2015 tarihinde yazdırılmıştır.
-----------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder