Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ,
Çukurova üniversitesi öğretim üyesi,
2014-2015 eğitim yılının ikinci yarısına başlamış durumdayız. Genelde gelişmiş üniversitelerde, en azından benim bulunduğum değişik üniversitelerde her dönemin sonunda ve başında bir değerlendirme yapılır. Bu değerlendirme birçok yönden önemsenir.
Değerlendirmede ağırlıklı olarak ölçme değerlendirme sonucu, öğrencinin başarı durumu, varsa aksaklıklar onların giderilmesi konuları tartışılır. Öğrencinin genel akademik düzeyi belirlenir ve ona göre üniversiteler pozisyon alırlar.
Donanımlı Olarak Yetişmek Üniversiteye Girmekten Önemlidir
Üniversiteyi kazanmak yeterli olmuyor. Üniversitenin kendinize sunduğu ortamı iyi değerlendirmek, tarih ve felsefe okuyarak sistematik düşünmeyi, zaman yönetimini, bütünsel düşünme ve organize olmayı öğrenmek gerekir.
Öğretme Yöntemlerini Sürekli Geliştirmek Gerekiyor
Unutmayalım ister sosyal bililer ister temel veya teknik alanlarda olsun dünyadaki gelişmeleri mutlaka izlemek gerekir. İletişim teknolojilerinin sunduğu imkânlardan dolayıküreselleşen dünyadan eğitim sektörü hızla değişiyor.Küreselleşen dünya aynı zamanda küreden koparak sanal ortama doğru eviriliyor. Dünyadaki değişimler bu bağlamda çok hızlı ve akışkan.
Onun için ezber yerine işin esasını ve felsefesini kavramak gerekiyor. Bilişim ve biyoteknoloji devrimleri bilginin yenilenmesine ve yeni alanların oluşmasına neden oldu. Bugün öğrettiğimiz bir konu beş yıl sonra önemsiz olabilir ve bu bağlamda geleceğin yeni dinamiklerini ve konularını düşünmek zorundayız. Sürekli yeni paradigma ve bakışlar oluşturmak zorundayız. Bu bağlamda bugün bu sıralarda öğreneceğiniz yöntem ve felsefe ile yarının olası meslekleri karşımıza çıktığında onu anlayacak donanımda olmamız gerekiyor. Bugünden geleceği kurgulanmasak yarın eğitim sektöründe geride kalır ve dünyadan koparız.
Teknolojiyi En Yeni Bilgiye Ulaşmak İçin, Uluslararası Programlar İçin Kullanmalıyız
Bu anlamda anında dünyayı takip etmek ve yeni gelişmeleri kavramak zorundayız. Bütün bilgi küçücük bir disk veya plaka üzerinde dünyanın her köşesinden izlenmekte ve yönetilebilir durma gelmiştir. İnsan bundan etkilenmiş sosyal ve toplumsal yaşam buna göre değişmiş ve şekillenmiştir. Bu bağlamda üniversiteler de klasik öğreti alışkanlığından vaz geçip sanal ortamda öğrettiklerini doğrudan pratikleştirme yollarını zorlamalıdır.
Beyin göçü yerini bilgi göçüne bırakmış ve dünyayı cebimizde taşıdığımız küçücük ekranlardan yönetme noktasına gelmiştir. Birçok gelişmiş üniversite artık ortak program ve dünyaca bilinen öğretim üyelerini online ve uzaktan eğitim ile bünyelerine katarak öğrencilerine daha nitelikli eğitim imkânı sunmaktadırlar. Bütün dersler artık her hocanın internet sitesine yüklenmiş, öğrenci kaçırdığı dersi geriye dönük olarak izleyebilmektedir. Bugün teknoloji bu aşamaya gelmiştir.
Dünyada yaşanan bu devrimsel gelişmelere ayak uyduran ve uydurmayan insanlar ve toplumlar olarak sınıflandırdığını görüyoruz. Bu bağlamda klasik bilim adamı tanımı da değişmiş ve daha dinamik ve yaratıcı bilim insanlarından ders alma dönemi başlamıştır.
“Ben Bilirim” Dönemi Geride Kaldı
Ben bilirim deyip son 10 yılda kendi alanında hiçbir yeniliği takip etmeden öğrencinin karşısına çıkmak artık mümkün görülmüyor. Atık sınıflara eski alışkanlıklarımız ve tekniklerimizle ders anlatamayız. Her öğrencinin elindeki telefon üzerinden anlattığınızı anında görüyor ve sizden yeni şey isteyebilir. Eskiden bilgiye ulaşmak zordu ve bizler gibi hazırlığı olan hocalar belekteki veya hazır materyalle anlatabiliyorduk. Şimdi durum gerçekten çok zor ve yeni paradigma değişimi gerekiyor. Öğrencinin elindeki tabletbilgisayardan öğreneceğinin ötesinde bir şey verebilecek miyiz? Öğrencinin ufkunu açacak ve soru sorarak onun düşünmesini sağlayacak bilgi görgü ve zekâya sahip olmak gerekir.
Aktif ve Eleştirel Eğitim Modellerine Geçiliyor
Artık öğretim üyeliğinin de yeniden sorgulanması gerekiyor. Öyle anlaşılıyor ki artık tahtada ders anlatmak, kitaptan bireyler okumak, Powerpoint ile bilgi aktarma devrinin bitiği, bunun yerine aktif öğretme ile öğrenci merkezli yapılara geçildiği aşikardır. Bilgi aktarımı yerine bilgiyi irdelemek, eleştirmek, alternatifini ortaya koyma dönemi başlamıştır. Aslında üniversitenin tanımına uygun olarak öğretme değil birlikte öğrenme dönemi başlamaktadır.
Üniversitelerin kendilerini yenilesi ve öğretimlerini ve çıktılarını sıklıkla analiz etmeleri önemledir. Bu bağlamda
Ölçme Değerlendirme (Notlama) Sistemi Gözden Geçirilmelidir
Öğrencinin başarı durumu ve minimum düzeyde bilmesi gereken konular ve alması gereken başarı notunun net olması gerekir. Bizim gibi çalışma alışkanlığı ve disiplini gelişmemiş ülkelerde belirli barajların ve sınırların olması önemlidir. Not değerlendirmede son yılarda önerilen bağıl değerlendirme sistemi belli ölçütlere göre düzenlenmezse “sofistik” (ben yaptım oldu) durumuna düşmektedir.
100 üzerinden 28 ile başarılı olan bir öğrenci ne kendisi için ne de bu ülke için yararlı olamaz. Yanlış da bir dönüt vermiş oluruz. Ülkemiz bir taraftan yüksek nitelikli kalifiye eleman bulamaz iken diğer taraftan niteliği düşük çok sayıda diplomalı mezun iş aramaktadır.
Bu bağlamda bağıl değerlendirmenin ve uygulanacak katsayıların; istatistik teknikten önce arkasındaki pedagojik, eğitim felsefesi, eğitim psikolojisi, eğitim sosyolojisi ve ölçme değerlendirme yöntemlerini dikkate alarak düzenlenmesi gerekir.
Mevcut değerlendirme sisteminde 4-5 ayrı önemli konu bulunuyor:
· 100 üzerinden mutlak notlamanın hatası eksiği nedir ki yenisini arıyoruz?
· Eğer bağıl sistem olacaksa hangi durumda?
· Sadece normal dağılım yeterli mi kalır, eksik mi kalır?
· Aritmetik ortalama 50 mi, 70 mi kabul edilecek?
· Katsayı uygulanacak mı? Uygulanacaksa bu hangi mantık, bilimsel ölçütle belirlenecek?
· Geçme sınırı nerede kabul edilecek? DD 30 mu olacak? Yoksa mutlak ölçümle alınan not mu?
· Her biri öğrencilerimizin nitelikli bir eğitim öğretimi için ne anlama gelir? Eksiltir mi artırır mı?
· Tüm bu seçenekler bir yandan mezunlarımızın ilerideki sınav ve yükselmelerdeki başarısını, diğer yandan üniversitemizin imgesine (yeni gireceklerin tercihlerine) nasıl yansır?
Bu sorular daha çok artırılabilir de bunun mantığının üniversite kamuoyumuzla gerekçeleriyle paylaşılması ilk evresini oluşturmaktadır. Aksi taktirde yol kazası artmaktadır.
Otuzluk muyuz, ellilik miyiz?
Geçme notunun bağıl değerlendirme ile (önceden öngörülemeyen hesaplama ile) dolambaçlı yollarla 30’a kadar çekilmesi, 30’un 50 gibi gösterilmesi gibi anlaşılamayan durumlar ortaya çıkmış. Bu şekilde bir değerlendirmenin üniversite eğitimine bir fayda sağlamayacaktır.
Üniversitelerin bu bağlamda öğretilenin ne düzeyde öğrenci tarafından alındığını ölçecek sistemler üzerinde çalışması gerekir. Doğal olarak biz öğretim üyelerinin de öğrettiğimizin öğrenci tarafından ne denli alındığını ölçmemiz en doğal hakkımız. Öğrenciyi değerlendirirken aldığı not kadar öğrencinin sınıf içindeki derse etkin katılımı, ödevler ve yaratığı tartışmalar da önemli. Ancak bunları pek dikkate aldığımız söylenemez. Ayrıca üniversiteler içinde Tıp ve Diş Hekimliklerinin kendilerine özgü ölçme değerlendirme sistemi varken, diğerlerinin toptan bağıl değerlendirme ile değerlendirilmesi haksızlık ve kaliteyi düşüren bir yapı arz etmektedir. Bu bağlamda dünyada yeninden gündeme gelen başarı ölçekli ölçme değerlendirme sistemleri de gözden geçirilebilir.
Bizlerinde Öğrenci Tarafından Değerlendirilmesi Gerekir
Öğrencilerin de bizleri öğretme, dersi etkin gerçekleştirme ve yenilikleri izleyip izlemediğimiz açısından değerlendirmesi önemlidir. Maalesef bunu da tam olarak yapamadık.
Öğrenciye hoş görünmek, hazırlıksız derse gitmek değil, öncelikle bizlerin donanımlı olması ve öğrencilerinde belirli bir çıtanın altına inmemesi için sıkı bir eğitim disiplini sağlamamız gerekir. Aksi takdirde iyi eğitilmemiş, niteliksiz işsiz diplomalılar ordusuna her yıl yüz binlercesini daha eklemiş oluruz. Doğal olarak amaç nitelikli bir eğitim vermek ve bu konuda üniversite olarak hedeflerin konulması ve hedefe uygun stratejiler oluşturmaktır.
Unutmayalım ki dünyayı insan şekillendiriyor. Nitelikli insan yetiştirememişsek hiçbir yol almanız mümkün değil. Türkiye’nin bugün en ciddi sorunu nitelikli ve liyakat sahibi insan gücünün yeterli olmamasıdır. Bu sorunu mutlaka çözmek zorundayız.
Yeni öğretim yarıyılında yeni ufuklar oluşturabilmek, ufkumuza uygun ölçme değerlendirme sistemleri geliştirebilmek dileği ile.
09 Şubat 2015, Adana.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder