7 Şubat 2015 Cumartesi

Cüneyt Şaşmaz : STRATEJİK VİZYON

Kitabın adı: Stratejik Vizyon/Amerika ve Küresel Güç Buhranı
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=601854
Yazarı: Zbigniew Brzezinski
Çevirenler: Sezen Yalçın, Abdullah Taha Orhan
TİMAŞ Yayınları
I. Baskı: Mayıs 2012
234 sayfa
16 TL
(...)
Arka Kapak:
Stratejik Vizyon, ABD başta olmak üzere Batı dünyasının çöküşe geçtiğine ilişkin tezlere yönelik bir cevaptır.

Kitap özetle; başta ABD olmak üzere Batı dünyasının kuvvetli çöküş emareleri gösterdiğini, bu duruma ABD ve Batı içerisinden basiret ve dirayetli bir müdahale olmaması halinde bu öngörünün gerçeğe dönüşebileceğini, fakat ABD’nin dünya liderliği sona ererse yerini dolduracak gerçek bir küresel süper gücün varolmadığını, bu sebeple ABD’nin küresel liderlik vazifesini yerine getirmemesi halinde, 2025 sonrası dünyanın çok daha kaotik ve çatışmalarla sarsılan bir yer haline geleceğini dile getirdikten sonra, bunu engellemek adına ABD’nin önce içindeki yapısal sorunları çözmesi ve Avrupa’yı da daha canlı hale getirmesi, ardından da Çin başta olmak üzere yükselen Asyalı güçlerle hem dengeleme hem de anlayışa dayalı sürdürülebilir bir ilişki kurması gerektiğini savunmaktadır.

Küresel dünyaya bütüncül ve güncel bakış açısıyla başta konu ile ilgili kimselerin gözden kaçırmayacağı bir eser niteliğindedir.
(...)
Sayfa 8:
1- Küresel güç dağılımının Batı’dan Doğu’ya kaymasının sonuçları nelerdir?
2- Amerika’nın küresel cazibesinin azalmasının sebebi nedir?
3- Amerika’nın, küresel üstünlük konumundan düşmesinin olası jeopolitik sonuçları nelerdir?
4- 2025’in de ötesine baktığımızda, yeniden güç kazanan Amerika, uzun vadeli jeopolitik hedeflerini nasıl belirlemelidir ve geleneksel Avrupalı müttefikleri ile birlikte, daha büyük ve daha kuvvetli bir batı inşa etme projesine Türkiye ve Rusya’yı nasıl dahil edebilir?

Aynı zamanda Amerika, Doğu’da Çin’le yakın işbirliği kurmak isterken, Asya’da yapıcı bir rol oynayabilmek için Çin merkezli bir siyaset izlemeden ve Asya çatışmalarına karışmadan nasıl bir denge kurabilir?
(...)
Sayfa 15:
Yirmi yıl sonra Amerika’nın önde gelen küresel konumu zayıflar gibi görünürken, Avrupa Birliği’nin siyasi olarak ciddi bir küresel oyuncu olarak ortaya çıkacağını pek az kişi tahmin ediyordu.
(...)
Sayfa 22:
Başkan Roosevelt’in, Doğu haritasını işaret ederek ustaca ortaya koyduğu gibi; “İran petrolü sizindir. Irak ve Kuveyt petrollerini paylaşıyoruz. Suudi Arabistan petrolleri ise bizimdir.”

İşte böylece Amerika’nın, Orta Doğu bölgesinde sancılı siyasi varlığı başlamış oldu.
(...)
Sayfa 31:
“Amerika hala rakipsizdir!”
(...)
Sayfa 49:
AMERİKAN RÜYASININ SÖNMESİ
(...)
Sayfa 52:
Amerikan Anayasası’nı hazırlayanlar (utanç verici bir şekilde köleliği yasaklamasalar da) insanın “devredilmez haklarıyla” ilgili ortak temel varsayımları koruyan bir siyasi sistem inşa ederek, bu idealizmi anayasaya dahil etmeye çalıştılar.
(...)
Sayfa 60:
Krizden kısa bir süre sonra Almanya Şanşölyesi Angela Merkel’in, ABD Kongresi’nde (3 Kasım 2009) yaptığı bir konuşmada “Amerikan rüyası”nı ve ona olan “tutkulu” bağlılıklarını hararetle anlatması son derece dikkat çekiciydi.

Amerikan sistemini “herkesin bireysel çabayla istediği yere gelebilmesi için başarı fırsatı” olarak tanımladı ve Amerikan sisteminin doğasına işaret ederek büyük bir inançla şunları ekledi: “Hayatta özgürlüğün gücü kadar bana ilham ve pozitif enerji veren başka bir şey yoktur.”
(...)
Sayfa 61:
ABD’nin en önemli ve giderek daha tehlikeli boyutlara ulaşan dezavantajlarının altı kritik boyutu vardır: Bunlardan ilki Amerika’nın biriken ve nihayetinde sürdürülemez hale gelen ulusal borçlarıdır.
(...)
Sayfa 62:
Amerika’nın ikinci temel dezavantajı, kusurlu finansal sistemidir.
Bu sistemde çifte zayıflık mevcuttur.
İlk olarak bu kadar riskli ve kendini olduğundan daha büyük gören bir sistem yalnızca Amerikan ekonomisini değil dünya ekonomisini tehdit eden bir saatli bombadır.
İkinci olarak, (açgözlü Wall Street spekülatörleri) ahlaki tehlike üretmektedir.
(...)
Sayfa 64:
Üçüncü olarak, artan gelir eşitsizliği, durgunlaşan sosyal hareketlilikle birleştiğinde, etkin bir AD dış politikasının sürdürülebilmesi için gerekli iki koşul olan toplumsal uzlaşma ve demokratik istikrar için uzun vadeli bir tehlike oluşturmaktadır.
(...)
Sayfa 66:
Amerika’nın dördüncü dezavantajı, çürüyen ulusal altyapısıdır.
(...)
Sayfa 67:
Amerika’nın beşinci büyük güvenlik açığı, dünya hakkında son derece cahil bir halka sahip olmasıdır.
(...)
Sayfa 68:
Beşinci ile bağlantılı olan altıncı dezavantaj, Amerika’nın giderek tıkanmış ve son derece hizipçi siyasi sistemi.
(...)
Sayfa 69:
Daha önce de belirttiğimiz üzere, Amerika’nın “fırsatlar ülkesi” olarak, geleneksel ününe rağmen, Avrupa’nın toplumsal eşitlik ve hareketlilikle Amerika’dan daha yüksek oranlara sahip olduğu bir gerçektir.
(...)
Sayfa 71:
Amerika’nın Kalan Güçleri

Amerika’nın hayati varlıklarından ilki genel ekonomik gücüdür.
Amerika hala dünyanın açık ara en büyük ekonomisi olma özelliğini sürdürmektedir.
(...)
Sayfa 74:
Amerika’nın ekonomik başarısını sağlayan ikinci avantajı; girişimcilik kültürünün getirdiği teknolojik, yenilikçi cesareti ve yükseköğretim kurumlarının üstünlüğüdür.
(...)
Sayfa 75:
Amerika’nın üçüncü avantajı, özellikle Avrupa, Japonya ve Rusya’ya kıyasla nispeten güçlü demografik temelidir.
(...)
Sayfa 76:
Amerika’nın dördüncü avantajı, tepkisel seferberlik kapasitesidir.
(...)
Sayfa 78:
Beşinci olarak, bazı büyük güçlerin aksine Amerika, eşine az rastlanır biçimde güvenli, doğal kaynak zengini, stratejik olarak elverişli bir coğrafyaya ve milli birliğini sağlamış, ciddi bir etnik bölücülük tarafından kuşatılmamış nüfusa sahip olmanın avantajına sahiptir.
(...)
Sayfa 78:
Amerika’nın altıncı önemli avantajı ise – insan hakları, bireysel özgürlük, siyasal demokrasi, ekonomik fırsatlar gibi – genel olarak halk tarafından kabul görmüş ve yıllar içinde ülkenin küresel duruşunu ileri taşıyan değerleridir.
(...)
Sayfa 79:
Yukarıda anlatılan altı temel avantaj Amerika’ya, tarihsel yenilenmesi için ihtiyaç duyduğu sıçrama tahtasını sağlayabilir.
(...)
Sayfa 83:
2010 yılına gelindiğinde, Afgan ve Irak savaşları Amerikan tarihinin en uzun savaşları arasında sayılıyordu.
(...)
Sayfa 83:
Irak savaşı Başkan Bush’u daha çok heyecanlandırdığından, Afganistan’daki savaş yedi yıl boyunca görece olarak ihmal edilmiştir.
(...)
Sayfa 84:
ABD’nin Büyük Savaşlarının Süresi

(Mart 2011 itibariyle, aylar halinde (*) aktif bir savaşı ifade eder)
Afganistan (*): 112
Vietnam: 102
Bağımsızlık Savaşı: 100
Irak (*): 96
İç Savaş: 48
İkinci Dünya Savaşı: 45
Kore: 37
İngiltere (1812): 32
Filipin Ayaklanması: 30
Meksika: 21
Birinci Dünya Savaşı: 20
İspanya: 3
Irak (1991): 2
(...)
Sayfa 85:
Bu iki savaşı da “İslami cihat” başlığı altında toplayıp, “terörle savaş”ı ABD’nin askeri taleplerinin gerekçesi olarak sunmak, Amerikan halkının 11 Eylül öfkesini yalnızca gerçek faillere değil, diğer İslami gruplara karşı da seferber etmeyi kolaylaştırdı.

İleride Başkan’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olacak olan Condolezza Rice’ın tabiriyle Amerika’ya karşı tehdit oluşturan “mantar bulutu”; kamuoyunu, yeni belirlenen ve çok kapsamlı bir hedefe karşı harekete geçirmek için uygun bir sembol haline geldi.
(...)
Sayfa 87:
Gerçek şu ki, yabancı güçlerin baskısıyla gerçekleştirilmiş ve derin dini inançlardan kaynaklanan yüzyıllık geleneklerle çatışan modernleşme reformlarının, uzun süreli ısrarlı bir yabancı varlığı olmaksızın devam etmesi pek olası değildir.
(...)
Sayfa 93:
AMERİKA SONRASI DÜNYA:
2025’TE ÇİN EGEMENLİĞİ YOK
AMA KAOS VAR
(...)
Sayfa 101:
Çinli liderler, küresel liderlik için herhangi bir aleni iddia ortaya koymaktan ihtiyatlı bir şekilde kaçınmışlardır ve hala Deng Xiaoping’in ünlü deyişini takip etmektedirler: “Sakince gözlemleyelim; yerimizi sağlamlaştıralım; sakince işleri yoluna koyalım; kapasitemizi gizleyip fırsat kollayalım; liderlik iddiasında değil, tevazu göstermede başarılı olalım.”
(...)
Sayfa 104:
“Uyum kavramı Çin’in barışçıl yükselişinin teorik bir ifadesidir ve adalet, kazan – kazan ve ortak geliştirme kavramları ile birlikte dünyaya yayılmalıdır.
(...)
Sayfa 105:
Gerçek şu ki, Çin’in önemli komşularından hiçbiri – Japonya, Hindistan ve Rusya – Çin’in Amerika’dan boşalacak küresel teorem direği konumunu hak ettiğini kabullenmeye hazır değildi.
(...)
Sayfa 109:
Jeopolitik Anlamda En Fazla Tehlikede Olan Devletler
(...)
Sayfa 110:
Gürcistan
(...)
Sayfa 111:
Rusya’yı motive eden bir diğer düşünce de Avrupa’nın enerji ihtiyacı için güney koridorun, özellikle de Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşacak olan Bakü – Tiflis – Ceyhan petrol boru hattının Amerika tarafından finanse edilmesi olabilir.
(...)
Sayfa 111:
Tayvan
(...)
Sayfa 113:
Güney Kore
(...)
Sayfa 114:
Belarus
(...)
Sayfa 115:
Ukrayna
(...)
Sayfa 117:
Afganistan
(...)
Sayfa 118:
Pakistan
(...)
Sayfa 119:
İsrail ve Büyük Orta Doğu
(...)
Sayfa 121:
Bundan yalnızca otuz beş yıl öncesinde ABD, Orta Doğu’daki en önemli dört ülkeyle kurduğu güçlü ilişkilerden yararlanıyordu.
Bu ülkeler; İran, Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye’ydi.

Bunun sonucu olarak, bölgede Amerikan çıkarları güvendeydi.
Günümüzdeyse Amerika’nın bu dört devletin her biriyle ilişkileri büyük ölçüde azalmıştır.

Amerika ve İran düşmanca bir ilişki içinde sıkışıp kalmıştır; Suudi Arabistan, Amerika’nın gelişen bölgesel politikasına eleştirel yaklaşmaktadır; Türkiye, bölgesel emelleri konusunda Amerika’nın anlayışsızlığı sebebiyle hayal kırıklığına uğramıştır, Mısır’ın ABD’nin İsrail’le ilişkilerine yönelik artan kuşkuları onu Amerika’nın öncelikleriyle zıt bir noktaya düşürmektedir.

Kısacası, ABD’nin Orta Doğu’daki konumu açıkça kötüye gitmektedir.
Amerika’nın gerilemesi bu konumu ortada kaldırabilir.
(...)
Sayfa 122:
Usame bin Ladin, ABD’ye 11 Eylül terör saldırılarını hazırlayan 2001 tarihli fetvasını haklı göstermek için Amerika’yı “şeytanın” vücut bulmuş hali olarak tanımlar.

Amerika’nın El Kaide’nin hedefi haline gelmesi için bir başka gerekçe ise Amerika’nın İsrail’e desteği ve Suudi Arabistan’da konuşlanan ABD askeri güçlerinin kutsal İslam mekanlarına yaptıkları iddia olunan saygısızlık olmuştur.
(...)
Sayfa 125:
Amerika’nın bocalaması halinde Çin ve Hindistan büyük bir çatışmadan kaçınsa bile daha zayıf ülkeler giderek istikrarsızlaşan bir ortamda jeopolitik seçimler yapmak zorunda bırakılabilirler.

Kuzey Kore’nin açıkça nükleer silahlanma arayışına girmesi de belirsizliği arttıran bir durumdur.
(...)
Sayfa 136:
Günümüzde internet, uzayın geçmişteki yerini almıştır.
(...)
Sayfa 137:
Günümüzde İran’ın nükleer silah peşinde olması gelecekte Amerika’nın düşüşü ihtimaliyle birleştiğinde, 21. Yüzyılda nükleer silahlanmaya devam edilmesinin potansiyel tehlikeleri gözler önüne serilmektedir, bunlardan bazıları; silahların yayılmasını önleme rejiminin yok olması, yeni ortaya çıkan devletler arasında nükleerin daha fazla yayılması, Rusya, Çin ve Hindistan’daki nükleer şemsiyelerin uzantıları, bölgesel bir nükleer silahlanma yarışının yoğunluk kazanması ve nükleer malzemenin terör örgütleri tarafından çalınması ihtimalidir.

Amerika’nın olası bir düşüşü, Amerikan nükleer şemsiyesinin inandırıcılığına dair bir güven krizini körükleyerek nükleer alanı çok derinden etkileyecektir.

Başka birçok ülkenin yanı sıra Güney Kore, Tayvan, Japonya, Türkiye ve hatta İsrail gibi ülkeler, güvenlik için ABD’nin genişletilmiş nükleer caydırıcılığına sırtını dayamaktadır.
(...)
Sayfa 147:
2025 SONRASI: YENİ BİR JEOPOLİTİK DENGE
(...)
Sayfa 150:
11 Eylül trajedisi, Amerika’nın global hedefine ilişkin kendi görüşünü temelden değiştirdi.
(...)
Sayfa 151:
Avrasya’nın Jeopolitik Belirsizliği
(...)
Sayfa 152:
Her halükarda, Amerika hala nükleer bir İran’ı zapt edebilir durumda.
(...)
Sayfa 154:
Avrasya, Soğuk Savaş’tan sonraki 20 sene içerisinde sürüklendi.
Türkiye ve Rusya, Batı için belirsiz birer çevre ülke olarak kalmaya devam ederken Avrupa daha az ölçüde siyasi birlik sağladı.
(...)
Sayfa 155:
İngiltere, AB içindeki özel statüsü ve ABD ile olan özel bağlantısına sarılmakta. Fransa, Almanya’nın AB’nin birincil gücü olarak yükselişini kıskanmakta ve Amerika, Rusya ya da Almanya ile birlikte ortak liderlik için yaptığı periyodik tekliflerle (sınırları belirsiz Akdeniz Birliği liderliği talebini saymıyoruz bile) kendisine özel, seçkin bir rolü aramaya devam ediyor.

Almanya, Bismarck tarzı, Rusya ile özel ilişki kavramlarıyla giderek daha fazla oynamakta ve bu da kaçınılmaz olarak bazı Orta Avrupalılar’ı, ABD ile en yakın güvenlik bağlarını ileri sürerek korkutuyor.
(...)
Sayfa 156:
Ne var ki, bu, uzun vadeli bir vizyon ve bunu uygulayabilmek uzun vadeli bir strateji gerektiriyor.
(...)
Sayfa 157:
Türkiye’de Jön Türkler Hareketi’nin lideri olan Atatürk tarafından 1921’de dağılmış ve çökmüş Osmanlı İmparatorluğu’nun etnik çekirdeğini oluşturan Türk etnisitesini Avrupa tarzı, seküler bir ulus – devlete, sonradan Türkiye olarak bilinecek devlete dönüştürme kararının ilan edilmesiyle birlikte Avrupa modelli, henüz tamamlanmayan değişim başlamıştı.
(...)
Sayfa 157:
Bu da, AB’nin 2005’te resmi müzakereleri başlatmasına yol açtı.

Bazı AB üyelerinin – özellikle Almanya ve Fransa – son dönemdeki tereddütlerine rağmen, Türkiye’nin üyeliği, jeopolitik bir realitedir, zira kendine özgü Batı tarzı bir Türk demokrasisi, eğer sadece NATO’ya değil, Batı’ya da sağlam bir şekilde bağlanırsa, Avrupa’yı istikrarsız Orta Doğu’dan koruyan bir kalkan haline gelebilir.
(...)
Sayfa 159:
Yüzyıldan fazla bir zaman önce çığır açan jeopolitik düşünür Harold Mackinder, Avrasya’yı kilit “dünya – adası” (world – island) olarak tanımladı ve “dünya – adasını yöneten, dünyayı yönetir” sonucuna vardı.
(...)
Sayfa 159:
Hitler, Avrupa’yı fethederek, ters taraftan benzer sonucu elde etmeye çok yaklaşmıştı ve eğer Naziler’in Rusya’yı işgali, Rusya’nın doğusunda da Japon saldırısı ile eşzamanlı olsaydı, muhtemelen başaracaktı.
(...)
Sayfa 160:
Yeni ve dinamik fakat hem uluslararası bakımdan içinde çıkılamaz hale gelmiş, hem de siyasi olarak uyanmış Asya’nın doğuşu, ayan beyan ortada olsa da, hiçbir tek güç bundan sonra Avrasya’ya – Mackinder’in ifadesiyle – “hükmedemez” ve dolayısıyla dünyaya “hükümran” olamaz.
(...)
Sayfa 161:
Batı, stratejik olarak temkinli ve dikkatli bir tarzda Türkiye’yi daha eşitlikçi, Rusya’yı da aynı şekilde siyasi ve ekonomik bakımdan kucaklayana dek de, bu süreç tamamlanmamış olarak kalacaktır.
(...)
Sayfa 161:
Bir tarafta Avrupa’yı diğer tarafta Rusya ve Türkiye’yi ayıran çizgi, coğrafi soyutlamadır.

Ne Bug Nehri (Polonya ve Belarus’u ayıran), ne Prut Nehri (Romanya ve Ukrayna’yı ayıran) ne de Narva Nehri (Estonya ve Rusya’yı ayıran) Avrupa’nın doğudaki doğal coğrafi ve harici kültürel sınırlarını çizebilir.
(...)
Sayfa 164:
Sürekli bir sekülerleşme, Türkiye’nin demokratik gelişiminde kritik öneme sahiptir.

Atatürk, 1924’te sekülerleşmeyi yukarıdan aşağıya empoze ettiğinde, çoğu Avrupalı hatta bazı Türkler, Türkiye’nin son yıllarda artan bir ivme ile devam eden demokratikleşmesinin, siyasi anlamda şeffaflığın artmasının sosyal hayatta dinin daha aşırı dışavurumlarının yeniden canlanmasına hatta dini kimliğin ulusal kimliğe tercih edilir hale gelmesine neden olacağından endişe etmektedirler.
(...)
Sayfa 165:
Türkiye zaten önemli vesilelerle, genel olarak Batı’yla ve özelde Avrupa ile bağlantılıdır.

Başlangıcından beri Türkiye, NATO’nun cesur bir üyesi oldu.
Diğer Avrupa ülkelerinden daha fazla olarak, NATO’nun ikinci en büyük askeri gücü olarak, ittifakın menfaati için gerçek çatışmalarda yer aldı.
(...)
Sayfa 169:
Rusya’da yaşanan ciddi demografik kriz – yüksek ölüm oranları nedeniyle azalan nüfus – yaygın alkoliklik ve dolaylı olarak, demoralizasyon nedeniyle nispeten kısa ömürlü erkeklerin oluşu gibi faktörler sosyal anlamda yaşanan başarısızlığın göstergesidir.
(...)
Sayfa 174:
Tarihindeki Nazi sayfasını tamamen silen Almanya’nın aksine, Rusya resmi olarak suçlamada bulunsa da, hala en kanlı suçların ilk elde sorumlularından olan şahıslara karşı hala saygı gösteriyor.
(...)
Sayfa 176:
Yukarıda anlatılanlardan şu sonuç çıkıyor:
Bazı Avrupalılar (Çoğunlukla Almanya ve İtalya’daki iş çevreleri işe bağlantılı) tarafından öne sürülen NATO’nun, Rusya’yı içine alacak şekilde hızla genişlemesinin büyük bir dengeye doğru, kestirme bir yol olacağı argümanı yanlıştır.

Rusya’nın, mevcut otoriter ve oldukça yozlaşmış siyasi şartları ve saplantı derecesinde gizemli zihniyeti sahip ordusuyla NATO’ya girmesi, bütünleşmiş demokratik devletlerin ittifakı olan NATO’nun adeta sonu olacaktır.
(...)
Sayfa 196:
Özetle, birinci Asya üçgeni sözkonusu olduğunda, en önemli ilke, Amerika’yı Asya’nın ilgili bölgelerinde askeri müdahaleye mecbur bırakacak herhangi bir ittifaktan kaçındırmak olacaktır.
(...)
Sayfa 202:
Çin’i tehdit eden beş büyük tehlike:
1- Zenginle fakir arasındaki eşitsizlik
2- Şehirli halkın huzursuzluğu ve memnuniyetsizliği
3- Yolsuzluk kültürü
4- İşsizlik
5- Sosyal hayatta güvenin yitimi
(...)
Sayfa 206:
Bundan şu çıkıyor ki, Çin’in daha büyük global bir partner haline gelmesi ihtimalini artırma arayışı için, Amerika açıkça Çin’in, Asya’nın lider ekonomisi olarak yükselişini olduğu gibi, Asya anakarasındaki jeopolitik üstünlüğünü de kabul etmelidir.
(...)
Sayfa 220:
Böyle bir durumda Almanya veya İtalya ile Rusya arasında ekonomik çıkar temelli özel ilişkilerin geliştiği bir senaryo hayal edilebilir.

Birlik içerisindeki parçalanma ve siyasi rekabete olumsuz tepki gösteren İngiltere ise ABD ile daha yakın bir çizgiye gelecektir.

Fransa da İngiltere’ye yaklaşarak, birlikte Almanya’yı ve ABD’den sürekli yeni güvenlik taahhütleri isteyen Polonya ve Baltık ülkelerini kuşku ile izleyeceklerdir.

Tüm bunlar yeni ve stratejik öneme sahip bir Batı yerine artan bir şekilde küçük parçalara ayrılan ve vizyonu sarsılan bir Batı sonucunu verecektir.
(...)
Sayfa 225:
Kısaca, Asya’da Amerika’nın oynayacağı aktif rol, yalnızca bölgede istikrarın güçlendirilmesi için hayati olmayacak, aynı zamanda Amerikan – Çin ilişkilerinin barışçıl ve işbirliği temeli olarak gelişmesi için gerekli keyfiyeti de oluşturacaktır.
(...)
Sayfa 225:
Sonuç olarak; günümüz dünyası – Amerika gibi askeri güce ve siyasi etkiye sahip bile olsa – tek bir güç’ün hakimiyetine oldukça şüpheli yaklaşmaktadır.

Fakat Amerika henüz Roma olmadığından ve Çin de hala Bizans’a benzemediğinden, istikrarlı bir küresel sistem, Amerika’nın kendini yenilemesine, akıllıca yeniden dinamizm kazanan Batı’nın garantörü ve destekçisi, yükselen yeni Doğu’nun da denge belirleyici unsuru ve uzlaştırmacısı olmasına bağlıdır.


http://ultra-turkler.blogspot.com.tr/2012/05/pandorann-aralanan-kutusu-veveya-maxi.html


http://www.guncelmeydan.com/pano/sah-i-alem-penah-ve-veya-tum-dunyanin-siginagi-hayrullah-mahmud-ozgur-t33756.html


http://ultra-turkler.blogspot.com.tr/2012/09/ayniyle-vaki-ii-siz-hic-ucan-okuz.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder