12 yıllık müflis ekonomi siyaseti “duvara dayandı”. Bunların geçmişte bir ekonomi bakanı vardır.Un-akıtan… Eşi Unakıtan göğsünde Amerikan bayrağı olan bir tişörtle geziyordu. Hasta eşi Kemal Unakıtan’ı; “rüyamda Rabbim bana Cleveland dedi” deyip, ABD’de tedavi ettirmiştir. İşte o Unakıtan, Cumhuriyet dönemi birikimlerini satarken;
“Sat sat bitmiyor” demişti.
Özelleştirmeleri eleştirenlere;
“Babalar gibi satarım. Parayı veren düdüğü çalar.” Demişti. Allah’tan İranlı’ya yetişemedi. Parayı alınca acaba neresine yatardı?
Bir de;
“Sıcak paradan korkmayın. Faizlerin yüksekse, mama dağıtıyorsan, gelecek onlar da gagalayacak.” Demişti.
2002 yılından bu yana, onlar dediklerinin gagaları ne miktar para gagalamış bir bakalım.
Sayın R. Hakan Özyıldız’ın Merkez bankası verilerine göre çıkardığı rakamlara bir göz atalım;
Yabancıya ödenen toplam faiz 2001 yılında 7.8 milyar dolarken, 2014 yılında 15.3 milyar dolara çıkmıştır. AKP hükümeti 2003-2014 yılları arasında dışarıya toplam 157.9 milyar dolar faiz ödemiştir.
Yurt dışına kaynak transfer miktarı ise korkunç bir hal almıştır.
Yurt dışına kaynak transferi 2002 yılında 10.1 milyar dolarken, 2015 yılında 22.1 milyar dolara yükselmiştir.2003-2014 yılları arasında yurt dışına kaynak transferi toplamı ise 225.2 milyar dolardır.
Bu rakamlar Türk Milletinin yabancılara çalıştırıldığınıaçıkça gösteriyor.
Satıp savdılar. İhalelerden yolunu bulanlar köşeyi döndü.Borsanın %98’i yabancıların elindedir. Topraktan sularımıza, tohumumuzdan bankalarımıza kadar yabancıların elindedir. Ekonomik bağımsızlığımız yok edilmiş durumdadır.
BOP Projesinde eş başkan olan şahıs, Ortadoğu politikalarını ABD, İngiliz, İsrail çıkarlarına göre belirlemiştir.
Libya, Suriye ile olan ticaretimiz bitmiştir. Libya’da iş yapan iş adamlarımız ülkeyi yönettiğini sananlar tarafından zarara uğratılmıştır. Libya’nın petrolleri emperyalist devletlerin eline geçmiş, Türkiye ise ayakçılıklarını yaptıktan sonra dışlanmıştır. Yani, Türkiye AKP eliyle Libya’dan çıkartılmıştır. Irak, Libya, Suriye politikaları nedeniyle; Türkiye’nin ne kadar maddi zarara uğratıldığını net rakamlarla çıkaran var mıdır? Artı, bir de Suriyeli sığınmacılar nedeniyle milletin üzerine binen maddi yük de işin KDV’si olmuştur.
İMF’ye olan borcu sıfırladık diyerek algı operasyonu yürüten AK Çete, borcun sadece İMF’ye olduğu algısı yaratıyor. Peki, diğer borçlar ne olacak? 2015 yılı itibarı ile bürüt dış borç stoku 401.7 milyar dolardır. 2002 yılında dış borcumuz 129.6 milyar dolardır. Yani, Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan dış borç 129.6 milyar dolar iken, 12 yılda bu borç üç katına çıkartılmıştır. Üstelik devletin bütün gelir kaynakları yabancılara satılarak, sadece dar gelirli vatandaşların tepesine binildiği “haraç alma” sistemi geliştirilmiştir.
Büyüme on yılda%10 iken, borçlanma %50’dir.
Paraya ihtiyaç duyuldukça vergiler Deli Dumrul vergisi haline gelmiştir.
Kendi yandaşlarını bir şekilde takviye ettiler ama yük;
İşçi, memur, emekli, küçük esnaf ve köylünün sırtına binmiştir.
Özelleşen şirketlere, satılan kitlere, özelleşen elektrik şirketlerine halkı kaz gibi yoldurdular. Yoldurmaya da devam ediyorlar.
Üretime Değil, tüketime dayalı bir ekonomi sürdürülebilir mi? İnşaat sektörüne dayalı bir ticari sistem sürdürülebilir mi?
2005 yılında hükümeti uyaran ekonomistler, İrlanda örneğini vermiş ve İrlanda’da inşaat sektörü üzerinden canlı tutulmaya çalışılan ticaretin, “hayalet evler” doğurduğunu yazdılar. Aynı duruma Türkiye’de düşebilir. “Müteahhit Oğulları Soygun Sultanlığının” manevralarının nedeni budur.
*** *** *** *** ***
Türkiye gibi dört mevsimi olan cennet bir ülkenin doğal tohumunu yasaklayıp, İsrail’in kısır tohumlarına mahkum ettiler. En büyük ihanetlerden birisi de işte budur. Bunlar, Anadolu topraklarının doğurganlığını bitirdi. Anadolu topraklarını, sperm bankasından aldıkları tohumla, suni olarak dölleyip, babasız çocuk doğurmaya zorlayanlar, bu bereketli toprakların karnını bıçakladı. Rahmini dağıttı. Anadolu topraklarına kendi tohumuyla döllenmeyi yasakladı.
Hibrit tohumlar için İsrail’e 450 milyon dolar para ödüyoruz.
Bu ihanetin adı:
Yaratılışa, Yaratan’a baş kaldırmak, doğayı katletmektir. Yani, cinayettir. Hayatın, evrenin gerçeğine terstir.
Balkanlar’ın küçücük şehir devletçiklerinden kesimlik hayvan alıyoruz. Saman ithal eden ülke haline geldik. Samanlıkları bile kuruttular.
Ayçekirdeğinden susama kadar dışarıdan ithal ediyoruz. Zeytin’e gelen kota Yunanistan ve İtalya’nın zeytin üreticisinin işine yaradı. AB ülkeleri ile ABD tarımı destek fonlarını artırırken, bizdekiler desteği kaldırdı ama, köylüyü tembelliğe alıştırmak için, AB fonlarından çiftçiye dönüm başına para ödendi. Oysa o fonlar daha önce sadece ekip-biçen çiftçiler için kullanılıyordu.
AKP döneminde 30 milyon dekar tarım arazisi terk edilmiş durumdadır. Yani, Belçika kadar bir alan terk edilmiştir.
Yolsuzluk-Rüşvet-soygun çarkı içinde borçlandırılan, fakirleştirilen Türk Halkının önemli bir kesimi, dilenci durumuna düşürülmüştür.
-"Ekmeğini çalıp, ondan sana bir parça veriyorlar, sonra cömertliklerine teşekkür etmeni istiyorlar." Gassan Kenefani
T. Cumhuriyeti’nin 1938’e kadar devam eden üretime dayalı milli ekonomi politikası, Atatürk’ün ölümüyle birlikte ray değiştirdi. Yeniden dışarıya bağımlı ekonomiye geçildi. Sanki Osmanlı’dan hiç ders çıkartılmamış gibi diyeceğim de, öyle değil tabii ki… Mason yapılar, biladerlerinin çıkarı için yaptı bu ray değişimini.
Emin Değer “ Oltada Balık Türkiye” kitabında, üretimin bitirilme politikalarını ve nedenlerini bütün çıplaklığı ile anlatıyor. Türkiye üreten bir ülke olursa, ekonomik bağımsızlığına kavuşur. Ekonomik bağımsızlığına kavuşursa, kontrol altında tutulamaz. Kontrol altında tutulamazsa, Ortadoğu ülkeleri üzerinde rol belirleyici olur. Türk Devletlerini bir araya getirip ekonomik, kültürel bir birlik sağlar ki, bu durum dünya dengelerini tamamı ile emperyalist ülkeler, masonlar ve İsrail aleyhine çevirir. O zaman ne yapmalı?
Oltada balık olmalı. Nefes almak için ise, oltayı tutan ele muhtaç olmalı. Olta iğnesinin acısını da daima hissetmeli ki, istediği gibi konuşamasın…
Mesele bu kadar basit ve açıktır.
Atatürk’ün dediği gibi;
Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.
ABD-İsrail-İngiltere şeytan üçgeni ile el ele tutuşarak, Öcalan’ın önünde diz çökenler, nelerini kaybetmiştir? Kendi cümlelerinden;
Şerefini değil mi?
Hürriyetlerini kaybetmelerinin delili nedir?
Özbudun’a hazırlattıkları yeni Anayasa metnini Türk Milletinden saklayıp, efendilerine(ABD) gidip onaya sunmalarıdır…
PKK baskınları ve verilen asker kayıplarımız büyük tepki toplayınca, kamu baskısıyla meclisten sınır ötesi harekat için yetki çıkarmak zorunda kalmışlardı. Sonra ne oldu. Sultan efendilerinden izin almak için ABD’ye gitti. Hem de;
“Ben bir Amerika’ya gideyim bakalım” diyerek…
Sonra ne oldu?
İzin çıkmadı. Kös kös geri döndü. Bahanesi neydi?
“Bekara karı boşamak kolay” dedi(!)…
Haklıydı. CFR ve patronlarıyla evlenmişti. Boşanırsa bütün mal varlığı giderdi. Sonra ne oldu? Halkın tepkisi nedeniyle, Türk Ordusu’nu Suriye ile direk savaşa sokamayınca, Obama beyzbol sopasını gösterdi. Beyzbol sopası gölgesinde yaşayan zat, uzun süre Obama ile görüşemedi. Obama arayınca, sevgilisi ile buluşmuş kadar sevindi. Hiç sıkılmadan;
“Sesini özledim” bile dedi.
*** *** *** *** ***
Rusya Gorbaçov döneminde çözülüp, büyük bir ekonomik kriz yaşadığı anlaşılınca, Almanya Rusya’dan Gasprov’u istedi. Almanya ile Rusya arasında tartışmalı bir bölge var. Almanya o bölgeyi, yani toprak istedi. Rusya’ya bunu yapanlar, Türkiye’ye ne yapmaz?
Ne yapılmalı?
-Türkiye bütün emperyalist artıklarından, işbirlikçilerden kurtulmayı başardığında, milli ekonomi politikalarına geri dönmelidir. Tüketim ekonomisi değil, üretim ekonomisi esas alınmalıdır. Tarım ve tarım ürünleri, “stratejik değer” olarak bir yasaya kavuşturulmalıdır. Tarım arazileri üzerinde yapılaşma yasaklanmalıdır. Tarım arazilerinin miras yoluyla küçük parçalara bölünmesinin önüne geçilmelidir. Hayvancılık yeniden başlatılmalı, özendirici hale getirilmelidir.
-Kendi tohumlarımızı üretmek için acil olarak bir çalışma başlatılmalı, gırtlağımıza dolanan emperyalist mengeneyi kırmalıyız.
-Gerçekçi su politikaları geliştirilmeli, sularımız millileştirilmelidir.
-Argeler kurulmalı, büyük şirketlere arge kurma mecburiyeti getirilmeli, arge kuran, yeni ürün geliştiren şirketlere devlet ihalelerinde öncelik verilerek üretim özendirilmelidir.
-Tüketen, tembelleşen nesillerin köleleşmiş zihinlerini virüslerden temizleyen programlar yapılmalıdır. Üreten, araştıran, ahlaki değerleri yüksek insanlar bütün yayınlarda öne çıkarılarak, yeni nesillerin yüksek ahlaki değerlere yönelmesi sağlanmalıdır.
-Proje üretmeyen üniversitelerden destek çekilmeli, büyük şirketlerin proje üretmek adına üniversiteler ile işbirliği yapması sağlanmalıdır.
Eğitim;
-Düşünen, sorgulayan, hedefi olan, geçmişini bilerek geleceği hedefleyen nesiller yetiştirmek için yeniden yapılandırılmalıdır.
-Kendi ilacımızı üretmek için ciddi adımlar atılmalıdır.
-Bulunduğu kurumlarda üretimi, bilimsel gelişmeyi engelleyen görevli tipler derhal tespit edilerek tasfiye edilmelidir.
-Köy kent gibi projeler zamanımız gerçeklerine uyarlanarak hayata geçirilmelidir. İnsanlarımızın toprağına sahip olması için çalışmalar yürütülmelidir.
-Ziraat Mühendislerimiz, veterinerlerimiz masa başından kaldırılarak, merkez bir köyde veya tarım alanında köy öğretmenleri gibi görev yapmasını sağlayan bir yapılanmaya gidilmelidir.
G. Kore’de bulunan Samsung(Samseong Geurup) şirketinin ülkesi için neler yaptığını gidenler anlatıyor. Ülkeye hizmetleriyle adeta damga vurmuş olduğunu söylüyorlar. Bizim şirketlerin de “benim köyüm” projeleri ile köylerde, şehir köylerin oluşması için(sağlık ocağı, alt yapı, okul, el sanatları birimleri, yöresel değerlerin doğal olarak paketlenip şehir insanlarına ulaştırılması gibi…)destek vermesi özendirilmelidir.
-Bunca yıl hep almaya alışmış TUSİAD, MUSİAD gibi kuruluşlara;
“Artık biraz da verme zamanı” denilmeli, sosyal adalet sağlanmalıdır.
Avusturya geçmişte Sovyetler Birliği’ne yakın bir anlayışa sahip olmasına rağmen; NATO’ya da, Varşova Paktı’na da katılmayarak bağımsızlığını sürdürmüştür. Viyana üniversiteler şehri haline gelmiştir. Okuma oranı en yüksek olan ülkelerden birisidir. Kişi başına düşen gayri safi milli hasıla 27.666 € dur. Viyana’da 38.662€ kişi başına düşen gelirle Avrupa'da Londra- Lüksemburg-Brüksel ve Hamburg'un ardından 5. sırada yer almaktadır.
*** *** *** *** ***
-Türkiye bağımsız dış politikalar üretmelidir. Türk devletleri ile İsmail Gaspralı’nın dediği gibi;
Dilde, fikirde, işte birlik fikrini hayata geçirmek için harekete geçmelidir.
-Komşularımızla yeniden bir araya gelmeli, Atatürk’ün hayata geçirdiği birliktelikler günümüz şartlarına uyarlanarak yeniden hayata geçirilmelidir.
-İngilizce eğitim, Arapça okunan din… Bilimde İngiliz sömürgesi, dinde Emevi Arap sömürgesi bir ülkeyiz. Vahhabi tahakkümü kırılmalıdır. İngilizce mecburiyeti kırılmalıdır. Günümüz bilim insanları, “kendi dilinde düşünmeyen, okuyup-yazmayan insanların yaratıcı olamadığını” iddia ediyor. Bu iddiaya katılıyorum. Arapça okuyarak din öğrendiğini sanan yurdum insanı, hurafeler ile kandırılmaktadır.
-Türkçe anlamını bilmeden, sadece Arapça yazıp-okuyarak, cahil dindarların üretilmesi yasaklanmalıdır.
Cahil din adamı üreten kurslar, radikal dincilere terörist devşirmek için bulunmaz yerlerdir.
En tehlikeli insan tipi az anlayan, çok inanandır.(Uğur Mumcu)
-Dinini öğrenmek isteyenlerin Türkçe olarak öğrenmesi sağlanmalıdır.
-Türk Ordusu ve MİT gibi kurumlar yeniden milli bir çerçeveye oturtulmalı, günümüz gerçeklerine göre de güncellenmelidir.
-Güncellenen MİT gibi kurumlar, iç ve dış istihbarat birimi olarak iki ayrı birime ayrılmalıdır.
Bu söylediklerim bir hayal değildir. Kaldı ki, hemen hemen bütün buluşlar hayallerin sonucunda gerçekleşmiştir. Önce hayal kuracaksın, sonra hayalini projelendireceksin. Sonra harekete geçireceksin.
Atatürk’ün de bir hayali vardı. Hayal olarak başladı, hayalini beyninde oluşturdu. Hedefe varmanın gereğini yerine getirdi ve;
BAŞARDI…
Sözü gene Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözü ile bağlayalım;
Sarayların içinde Türk’ten gayri unsurlara dayanıp, düşmanlarla ittifak ederek Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamların Türk vatanından kovulması, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir.
DİPÇE: Savaş çıkarmak için Suriye’den Türkiye’ye iki bomba sallamayı düşünen akıl, batan ekonominin sorumluluğundan kaçmak için de Taksim veya başka bir yere iki bomba sallarsa hiç şaşırmayız artık. Ne de olsa bir anayasa kitapçığı bahane edilerek ekonomik kriz yaratılabilen bir ülkeyiz biz. Artık Ana yasa-baba yasa ile kriz modası geçti. İki bomba, algı operasyonu… Şimdilik günah keçisi Merkez Bankası Müdürü olarak gösteriliyor. Yeni filmlere hazır olun bence..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder