Son yargı kararı, 17 - 25 Aralık operasyonları zanlıları suçlu olmaktan kurtardı, ancak, maalesef, böylece kendisini suçlu sandalyesine oturtmuş oldu. Zanlıların tüm topluma âyan olmuş marifetlerinin deterjanla yıkanması, onları kurtarmadığı gibi, yargıçların vicdanını kararttı ve tüm toplumu derin bir güvensizliğe itti. Yargıya karşı böylesi bir güvensizliğin oluşması hem yargının, ondan da önemlisi, hem de toplumun çöküşünün hazin işaretidir. Osmanlı'ya benzemeye çalışan siyasi cahiller, kendi vicdanlarını karartırken, geçmişi de lekelemekteler.
Yargıda usul asıldır; bu doğrudur da, usulsüz saptanan deliller eğer ciddi suçlara işaret ediyorsa, delili yok saymak, koskoca suçun da üzerini örtmekle eş anlamlıdır. Yargıçların pozitif hukuk saçmalığına sığınarak böyle bir karar vermesi, kanuna uygun olabilir, ama çok temel kavram olan hak ve hukuk kavramlarına aykırıdır.
Pozitif hukukun hak ve hukuk kavram ve olgularının önüne geçtiği bir hak ve ahlak anlayışı olabilir mi! TV'de seyrettiğim çok eski bir filmi hatırlıyorum. Filmde bir cinayet davasında avukat zanlı müvekkilini müthiş bir savunma ile kurtarmaya çalışmaktadır. Dava beraatla sonuçlanır. Adliye salonunu herkes terk ettikten sonra, sanık avukatı da evrakını toplayıp çıkma aşamasında müvekkili ile tokalaşırken, yerinden dahi kalkmadan, biraz mutlu, biraz tedirgin olan müvekkilin ağzından şu ifade dökülür: "Ama, ben o adamı öldürdüm!"
Avukat, görevini yapmış olmanın hazzı ve adeta bu ifadeyi duymak dahi istemeyen tavrıyla salondan çıkar gider. Filmin başına dönersek, müthiş görkemli bir tablo ile karşılaşırız. Adliye binasının ihtişamlı kubbesinden itibaren kamera yavaş yavaş aşağı inerek salona girer. Salonda, yargıcın bir tarafında jüri, diğer tarafında avukatlar ve dinleyiciler yer almıştır. Buram buram hak ve hukuk kokan ihtişamlı salonda adalet yerini bulacaktır! Usulü üstün tutan anlayışın hukukun ruhunu çiğneme sefaleti!
YARGIÇ "ŞEKLE UYGUN" SAHTEKARLIĞA ORTAK OLMUŞTUR
Salt usule uygun olarak ortaya koyulmuş delillerle saptanmış verilerin dikkate alınması gerektiği kuralı, şekli hukuku maddi hukukun önüne koyan ve sahtekarlara davetiye çıkaran bir yol olmaktan öte bir işleve sahip olamaz. Yargıcın şekle uygun olmamakla beraber gerçek olan delillerle karara gitmemesi, ona, şekle uygun sahtekarlığa ortak olma sıfatını yükler. Bu yükten yargıç usulen kendisini kurtarabilir, ama vicdanında bu yükü mezara kadar taşır.
Finansal ekonominin bu denli öne çıktığı ve şaha kalktığı dönemde, bireysel ahlak anlayışı fevkalade gerilemiştir. Çok hızlı ve büyük miktarda para hareketlerinde kaybeden tarafta çöküş, kazanan tarafta mutluluk anlamında olmak üzere, her iki tarafta da psiko-patolojik sonuçlar oluşturmaktadır. Böylesi oluşan bireysel davranış kalıpları, özel yaşamda taraflara fevkalade doğal gelebilen nitelikli sahtecilik yollarını da doğallaştırabilmektedir. Yatırımcı kuruluşların üst düzey yöneticilerinin bünyelerindeki elemanlarının, hiçbir şekilsel kanıta baş vurmaya gerek kalmadan, kendi vicdanlarında kişisel adalet anlayışlarının yüksek olduğundan emin olmaları gerekir. Zira, bu insanlar medyada bireylere "akıl" verme düzeyinde etkili olabilmektedirler. Bu düzeyde işlev gören insanların ahlak anlayışı ve vicdan algılaması en üst düzeyde olmalıdır.
Son hukuk skandalını medyamızın bir kısmının skandal olarak vermesi ve/veya bir hukuk sorunu olarak algılaması, toplumsal bakış açısından tam doğru olmadığı gibi, medya yansıtmasının da bu şekilde gerçekleştirilmesi uygun değildir. Hiçbir hukuk sistemi toplumsal tabandan soyutlanamaz olduğu gerçeğinden hareket edersek, bu sonuç toplumsaldır. Daha doğrusu, bu sonuç toplumsal çürümenin hukuk dünyasındaki yansımasıdır. Nitekim AKP oyları, özellikle de cumhurbaşkanlığı oylamasındaki iç karartıcı sonuç ortadadır. İşte bu noktada hukuk kurumunun gerçek hak kurumu olarak yükselerek topluma yöne vermesi çok önelidir. Son hukuk kararı, sosyolojik tabana uyum anlamda hukuksaldır, çünkü toplum hukuku belirler, Ama bu karar hakkaniyeti oluşturacak anlamda hukuksal değildir.
YARGI, SAHTECİLERİN DELİLSİZLİKTEN PAÇAYI KURTARABİLECEK SIĞINAĞI DEĞİLDİR
Yargı, hukukun hem sosyolojik anlamda oluştuğu hem de gerçek ve hak anlamında hukuku oluşturan çok temel bir kurumdur. Son kararla yargı sosyolojik anlamda belki hukuku oluşturmuş olabilir, ama açık gerçek karşısında hak ve hukuk katledilmiştir. Delillerin usulû olmadığı gibisinden abes bir gerekçe ile delilin içeriğinin dikkate alınmaması, sadece içeride yandaş olmayanların vicdanını kanatmaktan öte, tüm dünyaya ülkemizi rezil eden bir olayın baskılanmasıdır. Hukukun topluma üstünlüğü olmayabilir, hatta hukukun toplumdan yükseleceği ve ona uyumlu olması savunulur. Ancak, hukukun siyasete uygunluğu hiçbir gerekçe ile savunulamaz, çünkü siyasetin her hal ve koşulda tüm toplumu temsil etmesi ve toplumun içine sindirilmiş olması ileri sürülemez. Hele de mesele AKP etrafında şekillenince ne siyasi temsil açısından ne de icraatlarındaki meşruiyet ölçütü açısından hukukun siyasetten ayrılması ve ona üstünlüğü ülke selameti açısından zorunludur. Heyhat; yargı bu kutsal görevini gerçekleştiremedi, çok yazık! Yargı, sahtecilerin ve delilsizlikten paçayı kurtarabilecek yoz insanların sığınağı değildir, olmamalıdır! Yargı bir yıkanma yeri olmayıp, var olan bir temizliğin ve aklığın açığa çıkarıldığı mercidir.
Özellikle siyasileri ilgilendiren önemli suçlamalar kadar, söz konusu suçlamalarla ilgili davalar da yabancılar tarafından dikkatle izlenir ve böylesi kritik davalar, maalesef, bir anlamda ülke halkının dış dünyadaki değerlenmesinde önemli yer tutar. Almanya başta olmak üzere dış ülkelerdeki vatandaşlarımızın bazı davranış ve kafalarına göre tereddüt etmeden yaptıkları "akıllarına göre cinlik"leri ülkemiz halkları aleyhine olmuştur ve olmaktadır da. Bir ülkede bir banka işlemimi gerçekleştirmek üzere ilgili kişiye pasaportumu verdiğimde, o kişinin ilk tepkisi "Türk" oldu ve benim şöyle bir yüzüme baktı. O sırada yer açılsaydı da, girseydim! Bu yargı kararı da ulusumuzun dış itibarı açısından fevkalade olumsuz bir etki yapmıştır, yapacaktır! Yazık oldu! Yargıçlar, hiç hakları yokken, belki kendilerini (vicdanlarını değil!), ülke ile alay edercesine bazı işlere bulaşmış siyasileri, hatta belki AKP'nin bazı oylarını kurtarmış, fakat tüm ülkeyi zedelemiştir.
Şimdi sorgulayalım: AKP tüm icraat biçimi ile ülkenin dış itibarını nasıl etkiliyor? Bir siyasi parti bu denli pervasızca at koşturabilir mi? Bir partinin tüm usulsüzlüklerinin hesabından kendilerini kurtarırken, ülkenin üzerine boca etmeleri ahlakla ve dürüst siyasetle (özellikle son yıllar siyasetinde böyle bir şey varit mi!) bağdaşır bir tutum mudur? Peki, ya bu kadar açık olaylar ve deliller karşısında hâlâ bu insanlara oy verenlere ne demeli? Onlar da bazı menfaatler karşılığında ya da cehaletleri ile bu ülke üzerine leke sürmüş değiller mi?
Prof. Dr. İzzettin önder
Odatv.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder