27 Mart 2015 Cuma

Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR : KARANLIK GERÇEK



Bir şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lazım gelen şey,
kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmasıdır.
Mustafa Kemal ATATÜRK

A Dark Truth - Karanlık Gerçek
KARANLIK GERÇEK (A DARK TRUTH) FİLMİ:
25.03.3015 günü saat: 20.00 de KANALTÜRK de sunuldu.

Değerli arkadaşlar,
Kanada’da, Damian Lee tarafından 2012’de üretilen söz konusu filmi izlemenizi isterdim. Çünkü bu filmde, ABD’de çok uluslu bir holding, Güney Amerika Ekvatorda kana susamış bir askeri rejimle yaptığı anlaşma ve işbirliği ile ülkenin su üretim ve kullanımına el koymuştur. Halkın yağmur suyundan bile yararlanması CLEAR-BEC isimli şirketin iznine bağlanmış. Bu olaya karşı çıkan halk katledilmiş.

Binlerce kişinin ölümüne neden olan bu olayı, ülkenin vatandaşı olan genç bir delikanlı, şirketin sahiplerinden birisi olan bayana anlatabilmek için“şirketiniz yüzünden, ülkemde binlerce kişi katlediliyor” diyerek kendini onun gözü önünde öldürdü. Bu eylem üzerine, Ekvatordaki olaylardan haberi olmayan bayan, CIA emeklisi ve bir radyo sunucusu olan Jack Bruce’den yardım istiyor. Jack de Ekvatorda, bu sömürüyü bilen ve bu yüzden 11 yıl hapis yatan ve çevre uzmanı olan Fransisco Fransis ile ailesini ABD’ye getiriyor. Yaptıkları sunumlarla, CLEAR-BEC şirketinin büyük kar amaçlı su anlaşmaları yüzünden katliamlardan sorumlu olduğunu belgeliyorlar. Gereken yasal işlemler yapılıyor ve tüm anlaşma ve de gayri yasal işleri organize eden şirketin sahiplerinden Bayanın kardeşi intihar ediyor.

Değerli arkadaşlar,
AB-D emperyalizminin kendi çıkarları uğruna, binlerce insanın ölümünü dile getiren bu film bana, Su Hakkı Kampanyasının, 13.12.2014 de Taksimde Cezayir Restaurantında düzenlemiş olduğu İrlanda da Yüzbinleri Harekete Geçiren Su hakkı Mücadelesi: Nehirden Denize Su özgür olacak”başlıklı katıldığım paneli anımsattı.

Panelde, İrlanda da yaşanan su mücadelesi ve özel şirketlerin ekonomik çıkar uğruna yaptıkları işlere karşı, halkın ortaya koyduğu yasal eylemler, İrlandalı Mehmet Uludağ tarafından çok güzel sunuldu. Ayrıca güzel ülkemizde de su sorunu olduğu ve 49 yıllığına su kiralayan özel şirketlerin kar getirisi uğruna nasıl davrandıkları anlatıldı. Bu konuda yazılmış 2 kitabı bilgilerinize sunmak isterim.
1.    Türkiye’de Suyun Özelleştirilmesi ve Su Hakkı (Derleyenler: Nuran Yüce, Carolin Hasenpusch, Erkin Erdoğan),
2.    Yeni bir su politikasına doğru: Türkiyede Su Yönetimi, Alternatifler ve Öneriler (Yazan: Akgün İlhan)

Önümüzdeki yıllarda insanlığın en büyük sorunu; su paylaşımı ve verimli kullanımı üzerine olacak.Umarım güzel ülkemizde de yersiz yapılan HES’ler ve özel şirketlere kiralanan su kaynaklarımız yüzünden, halkımız susuz kalmaz. Çünkü birçok şirket, kar uğruna güzel sularımızı 40 ülkeye ihraç ediyormuş.

Sevgi ve saygılarımla (27.03.2015).
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

Plevne madalyası

Düşmanımız Charles Snodgrass Ryan’ın göğsündeki Plevne madalyası * The Untold Story of Charles Snodgrass Ryan

http://nacikaptan.com/wp-content/uploads/2013/06/baha-vefa-karatay-CHARLES-SNODGRASS-RYAN.jpg
Büyükelçi Baha Vefa Karatay ve Sir Charles Snodgrass Ryan
Eski bir ordu mensubu olan Baha Vefa Karatay, Türkiye’nin ilk Avustralya Büyükelçisi olarak atanır. Cumhuriyetimizin kuruluşunun üzerinden yarım yüzyıl kadar bir zaman geçmiştir…
Sidney’deki ilk gününde yaşadığı bir olay Atatürk hakkında duyduğum en güzel ama az bilinen hikayelerden biridir. Bunu paylaşarak başlamak istiyorum izninizle…
Büyükelçimizin henüz birinci günüdür Sidney’de. Ankara’ya postalamak istediği kartlar için pul alması gerekir.
Bir dükkana girer…
Dükkanın sahibi zarfın üzerinde ANKARA ismini görünce mırıldanır bir tonla “ hmmm Ankara… Ankara …” diye tekrar eder ve Elçimize sorar ;
“Neredeydi bu şehir?”. Aldığı cevaptan sonra : “anladım, Yani Gelibolu’nun bulunduğu memleket.” Ve devam eder: “Dayım Gelibolu’ya katılmış bir Anzak’tı. Yaralı olarak dönmüştü. Türk Askeri’nin kahramanlığını ve dürüstlüğünü överdi.”. Bir süre dayısının anılarını anlattıktan sonra sorar:
“O savaş’ta sizin “Kemal” adında genç bir komutanınız varmış,
Dayım ondan büyük hayranlıkla bahsederdi, sonra ne oldu ona?”.
Dükkan sahibi aldığı cevap karşısında şunları söyler:
“Hiç şaşırmadım!
Dayım onun büyük işler yapabilecek biri olduğunu söylerdi…”
Evet hikaye böyle işte…
İlerleyen günlerde Büyükelçimiz Avustralya Genel Valisi Lord Casey (İngiltere Kraliçesi’nin Avustralya valisi) ve eşi Leydi Casey ‘nin de olduğu bir akşam yemeğine katılır.
Lord Casey Büyükelçimizi salonda sakin bir yere alır ve bu yazıya konu olan Charles Ryan’ın Çanakkale Savaşlarındaki gerçek hikayesini anlatır. Büyükelçimiz hikayeyi ilk kez duymaktadır.
O dönem Lord Casey 1. Avustralya Tümen Komutanı’nın emir subaylığını yapmaktadır. Savaş başlamadan bir gün önce, akşam gemide subaylara yemekli davet verilir. Davetliler arasında tümen baştabibi Doktor Charles Ryan’ın göğsünde büyük bir Osmanlı Madalyası görenler hayretler içinde kalırlar. Bir gün sonra savaşacakları, düşmanları olan bir devletin madalyasını göğsünde taşımakta neyin nesidir ?!! Doktor Charles Ryan gayet sakin ve kararlı bir tutum içinde tepkileri şöyle yanıtlar:
“Ben bu madalyayı, o ünlü Plevne savunmasında,Osman Paşa’nın emrinde ve kahraman Türk askeriyle omuz omuza savaşarak kazandım.
Aradan geçen kırk yıla yakın bir zamanda bugün onlara karşı savaşmaya gidiyorsam, bu Plevne’de silah arkadaşlığı yapmaktan daima onur duyduğum Türklere karşı bir düşmanlık nedeni ile değil, sadece asker olarak aldığım emrin gereğini yerine getirmek içindir !”
Lord Casey’nin anlatımı bitince eşi Leydi Casey gözleri dolu dolu bir şekilde büyükelçimize döner ve şöyle der:
“Sayın Büyükelçi, biliyor musunuz o Doktor Charles Ryan benim babamdır !”
Konuşulacak çok şey vardır, sohbet saatlerce sürer…Charles Ryan’ın Çanakkale cephesinde yaşadığı bir başka olay ise şöyle…
Çanakkale savaşlarının en kanlı günlerinin yaşandığı bir dönemde karşılıklı olarak cesetlerin toplanması için kısa süreliğine ateş kes ilan edilir.
Aşırı sıcak havada cesetler çok daha hızlı çürümektedir ve koku dayanılmaz hale gelmiştir…
Anzaklar adına savaş alanına giden subaylardan biri de Doktor Ryan’dır. Görevini yapmaktayken kendisi gibi görevli olan Türk subayları onun göğsündeki Osmanlı nişanını görür ve şaşkınlıkla yanına gidip hikayesini sorarlar.
Türk siperlerine davet edilen Charles Ryan bir süre subaylarımızla sohbet edip Plevne anılarını anlatır. Kendisine ikramlarda bulunulur. Duygulu anlar yaşanır ve sıcak bir vedalaşmanın ardından herkes görevinin başına, kendi savaş cephesine döner. Savaş sürmektedir …
http://nacikaptan.com/wp-content/uploads/2013/06/charles-Ryan-gelibolu-cephede.jpg
Charles Ryan Gelibolu siperde
Charles Ryan bütün tepkilere rağmen savaş sonuna kadar madalyasını göğsünden çıkarmayacaktır…
Şimdi biraz da Charles Ryan’ın bu madalyayı aldığı süreçten, onun kısa bazı anılarından ve Türkler hakkındaki düşüncelerinden bahsetmek istiyorum.
1870’li yıllarda İngiltere’de tıp eğitimini tamamlayan genç Charles Ryan,İş bulmak için gittiği İtalya’da Osmanlı Ordusu’nun yabancı uyruklu doktor aradığını öğrenmiştir. Kısa zamanda işlemlerini tamamlar ve Tuna Nehri yoluyla İstanbul’a ulaşır.Savaşta adeta bir Türk subayı gibi hareket etmiş ve bu Osman Paşa’nın da dikkatini çekmiştir.
Ateş hatlarında bile korkusuzca aktif olarak bulunur.Zaferle sonuçlanan savaşın sonunda madalyayı hak etmiştir.Hayatının geri kalanında Türk dostu olarak kalır ve anlattığı anılar nedeniyle dostları ona “Plevne Ryan” diye hitap eder.
Doktor Ryan’ın kaybolmasına, unutulup gitmesine gönlü razı olmadığı ve bu nedenle kaleme aldığı anı kitabından bazı bölümleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Türk askerlerinin sabır ve tahammülüne, yiğitliğine, vatanseverliğine yakından tanık ve hayran olmadıkça, benim çektiklerime hiç kimse dayanamazdı…”
“Türkiye üzerine çöreklenmiş olan kara bulutlar arasında hala parlamakta olan yıldızları seçmekteyim.
Çünkü silah arkadaşlığı yaptığım bu insanların sahip bulundukları yüksek şeref ve namus duygularıyla, eşsiz yiğitlik ve sadakatleriyle, üstün vatanseverlikleriyle gönlümde gururla muhafaza ettiğim üstün hasletlerine güvenim sonsuzdur.”
“Hiçbir uyuşturucu kullanmadan ameliyatını yapmak zorunda kaldığım bir Türk askeri, ben kesik bacağının derilerini sökerken, o bir taraftan yaralıların isimlerini, birliklerini yazmak üzere gelen yüzbaşının sorularına matanetle cevap vermekteydi. Bir süre sonra bu askerin Rus süngülerinin üzerine nasıl yiğitçe atıldığına da şahitlik etmiştim.”
“Bütün doktorluk hayatım boyunca en büyük acılara tahammül bakımından Türk askeri ile kıyaslanabilecek insanlara rastlamadığım gibi, korkunç ağır yaralardan onlar kadar olağanüstü hızla iyileşip, kurtulanları da görmedim.”
Chales Ryan daha sonra Erzurum’da görevlendirilir.O dönemde ortaya atılmaya başlanan sözde soykırım haberlerine verdiği sert tepki de kitabında anlatılmaktadır.
Doktor Charles Ryan 1926 yılında kalp krizi sonucu hayatını kaybeder. Osmaniye ve Mecidiye nişanları sahibi olan Ryan’ın hikayesi ne yazık ki günümüzde, Stephan Spielberg ‘in “Er Ryan’ı kurtarmak” filmindeki Ryan kadar bile bilinmiyor.
O’nun anılarının yer aldığı kitabın çok kısa özeti Büyükelçimizin
“Mehmetçik ve Anzaklar” kitabında anlatılıyor. Basım tarihi 1987. Bu kitap dışında Dr. Ryan’ın hikayesinin anlatıldığı hiçbir kitap duymadım. Babamın kütüphanesinde bulunan bu değerli eseri okuduğumda en çok etkilendiğim hikayelerden biriydi Dr Ryan’ın hikayesi.
Neyse ki 2005 yılında İş Bankası bu çok önemli eseri dilimize bütün olarak çevirdi ve “Plevne’de bir Avustralyalı” adıyla yayınladı. Gururla, acıyla, gözyaşlarıyla ve ibretle okuyacağınız bir kitap diye düşünüyorum.
Bu ilginç insanın hikayesinin yaygınlaşması, daha çok bilinmesi için bir şeyler yapmak istedim ve bu yazıyı kaleme aldım.
Son centilmenler savaşı olarak da bilinen Çanakkale Savaşları’ndan Anzaklar ve Türkler adına mutlaka bilinmesi gereken bir hikaye onunki…
Savaşta insanlık namına onurlu bir duruş sergileyen Charles Ryan’ın belki küçük bir heykeli de dikilir birgün onca hizmet ettiği bu aziz topraklarda.
Işıklar içinde uyusun…
Sevgili düşmanım CHARLES SNODGRASS RYAN Saygılarımla
(Bu vesile ile adları anılan velinimetimiz,
Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü,
Bütün Çanakkale Savaşı şehitlerimizi,
Osman Paşa’yı,
Büyükelçimiz Baha Vefa Karatay’ı da
saygı ile anıyor Tanrı’dan rahmet diliyorum. )
Ayla Çağlayan
http://nacikaptan.com/wp-content/uploads/2013/06/charles-ryan.jpg
The Untold Story of Charles Snodgrass Ryan
Posted by Ancestry Australia and New Zealand on October 4, 2011 in Australia
You may have seen Ancestry’s Brad Argent on the Kerri-Anne show last week with Peter Harvey telling the story of Charles Snodgrass Ryan. Here is some more information on the Gallipoli hero.
Charles Snodgrass Ryan was born on the 20th of September 1853 at Longwood, about 100 miles north of Melbourne, in the fledgling colony of Victoria. His family was part of the Squattocracy and Charles was educated accordingly, attending Melbourne Grammar, Melbourne University and then finishing at the University of Edinburgh where he received his qualifications in medicine in 1875.
After studying in Europe, Charles took up a post with the Turkish Government who was looking for military surgeons. In a short space of time he found himself ensconced in the final phase of the Turkish-Serbian war of 1876-1877. At the end of this campaign he went straight on to serve in the Russian-Turkish war of 1877-1878 and it was here, at the siege of Plevna that he, literally, made a name for himself (from this period on he was known to the Turks as “Plevna” Ryan) running to the front line to treat the fallen. During the remainder of his time in the Turkish Army, Charles became a Russian Prisoner of War and received the Order of the Osmanieh and the Order of the Medjidie for aiding Turkish Interests. In 1878 he returned to Melbourne and took up an active life in the medical community.
A few years after his return to Melbourne, he was responsible for the care of a recently captured criminal, the legendary Ned Kelly. Charles had the job of ensuring Kelly recovered enough to stand trial and then be executed. However, this isn’t the only run in with bushrangers that befell the Ryan family. Charles’ father was once briefly held prisoner by Captain Gepp and his gang. During his capture Gepp stole a knife from Charles senior and placed it in his coat pocket. Hours later Gepp was saved by the knife when a bullet intended for his heart ricocheted off the purloined blade and saved his life! He was later executed.
In 1883, Charles married Alice Elfrida Sumner in Christ Church, Brunswick, and they had two children Rupert Sumner (1884) and Ethel Marian (1891).
At the outbreak of WW1 and having already turned 60, Charles was appointed Assistant Director of Medical Services in the AIF. He took off for Egypt just after his 61st birthday and eventually landed at Gallipoli with
William Birdwood, commander of the ANZAC forces.
A fierce battle broke out between the Australian and Turkish forces on May 19th, and within a few short hours over 10000 men were wounded and almost 4000 dead. On May 24th a 9 hour truce was called and the medical teams of the Turks and Australians ventured into no man’s land to treat the injured and to book and bury the dead. Charles was a keen photographer and his photographs show the burials (shown below).
http://nacikaptan.com/wp-content/uploads/2013/06/charles-ryan2.jpg
With hostilities on hold the soldiers became just men for a time and exchanged rations with the ‘enemy’. Walking through this suspended scene of war came a distinguished looking older man, giving orders and directing the activity of the medical troops. He carried with him a camera, pausing occasionally to record the scene. Upon his chest were the medals he received fighting alongside those same men who were now his ‘enemy’. Turkish offices noticed the medals and, after some questioning, greeted Charles as something of a hero and he conversed with them in an accented Turkish about the siege of Plevna. His WW1 Service record (page 8 ) shows he was in the area at the time.
He was apparently reported dead shortly after the temporary truce of May 25th, but he was only suffering a severe case of dysentery and was to serve the rest of the war providing his service to the AIF in London. He was officially retired from the Army in 1919 with the rank of Major General.
Charles died on board a costal ship in October of 1926 as he was making his way home from Adelaide. He was heard to remark that his condition was not good and that he would soon be dead.




26 Mart 2015 Perşembe

Cüneyt Şaşmaz : İRAN SİYASETİNİN İÇ YÜZÜ?!



Kitabın adı: İran Siyasetinin İç Yüzü
Yazarı: BÜLENT KENEŞ
TİMAŞ YAYINLARI
I. BASKI: Haziran 2013, İstanbul
21,50 TL
464 sayfa
(...)
Arka Kapak:
“İran: Tehdit mi, Fırsat mı?” ve “Hasan Sabbah’tan Bugüne İran ve Terör” kitaplarıyla alanda önemli bir boşluğu dolduran Bülent Keneş, İran Siyasetinin İç Yüzü adlı yeni kitabıyla İran siyasetini derinlemesine incelemeye devam ediyor:

İran iç siyasetinde karar alma süreçlerinde etkin olan faktörler nelerdir, aktörler kimlerdir?

1979 Devrimi sonrasında tesis edilen siyasal sistemin zihinsel ve psikolojik dinamikleri nelerdir?

İran Şiiliği devrime giden yolda nasıl bir rol üstlendi?

Devrim sonrası izlenen politikalara etkisi ne düzeydeydi?

İran Şiiliğinin günümüzde son derece siyasallaşmış bir mezhep anlayışı olarak algılanmasındaki faktörler nelerdir?

İran’da asıl şiddetli çekişmeyi kendi aralarında veren iç siyasi fraksiyonlar nelerdir?

Dış politik yansımaların gerisinde seyreden bu çekişmelerin temeli ve etkileri nedir?

İran’da dış politika, güvenlik stratejileri, nükleer program, ekonomi ve kültür politikalarında etkin olan derin dinî yapılar nelerdir, siyasette ne derece belirleyici olmaktadır?

İran’ın son yıllarda Devrim Muhafızları merkezli güvenlik elitinin daha baskın hale geldiği bir praetoryan devlet yapısına dönüştüğüne dair gözlemlerin temeli ve geçerliliği nedir?

İran’ın izlediği dış siyaset politikaları üzerinde dönüştürücü etkiye sahip olan iç dinamikleri bilmeden, politik tavrını ve stratejik dış siyasi tercihlerinin art alanını tam anlamıyla kavramak olanaksızdır.

Alanda ehil olan Bülent Keneş, İran Siyasetinin İç Yüzü ile tam da bu amaç doğrultusunda İran siyasetini tüm boyutlarıyla masaya yatırıyor.
(...)
Sayfa 13:
Eskilerin “testi içindekini sızdırır” sözü, pek çok durum için geçerli olmakla birlikte...
(...)
Sayfa 17:
İran, Suriye’de 2011 yılı başlarından itibaren devam eden, yakın tarihin gördüğü en kanlı katliamlara verdiği destekle; Irak’ta izlediği katı mezhepçi politikalarla çok hızlı bir şekilde Saddam Hüseyin dönemini aratmayacak tek adam diktatörlüğüne doğru yol alan Nuri el-Maliki yönetimine verdiği stratejik desteğin yanı sıra yaptığı akıl hocalığı ve taktisyenlikle; rejimi için varoluşsal meseleye dönüştürdüğü nükleer programı ve bu programla kitle imha silahı amacı güttüğüne dair giderilemeyen şüphelerden dolayı maruz kaldığı uluslararası baskı, izolasyon ve yaptırımlarla sürekli gündemdedir.
(...)
Sayfa 18:
Sünnilikten anladığımız Kuran-ı Kerim’e uymanın yanı sıra, temel olarak Allah’ın kulu ve resulü Hz Muhammed’in yapıp ettiklerine (sünnet) söylediklerine (hadis) dayanan bir İslam anlayışıyken, Şiilik tarih içinde sürekli inşa edilen ve şekillenen bir mezhep anlayışı olarak değerlendirilebilir.

Bu anlamda Şiilik tarihinin dini açıdan belki de en radikal değişiminin, İran’ı 1979 Devrimi’ne taşıyan Ayetullah Ruhullah Musavi Humeyni tarafından bizzat gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz.
(...)
Sayfa 24:
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’ne göre, İran’da sadece son iki yılda 250 gazeteci tutuklandı.

Halen 30 gazeteci ve 24 blog yazarı cezaevinde bulunuyor.

İran’da tartışmalı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapıldığı 2009 yılında ise 100 civarında gazeteci ülkeyi terk etmek zorunda bırakılmıştı.
(...)
Sayfa 31:
Hüccet, Allah’ın insanlık içindeki delili, ilahi otorite ile hareket eden şahididir.
(...)
Sayfa 75:
Gerçekten de Humeyni’yi en çok öfkelendiren gelişme bütün Amerikan askeri personelini ve yakınlarını, İran’da işleyebilecekleri suçlarda cezai işlemlerden muaf tutan yeni yasaydı.

Humeyni, Kum’daki evinin önünde yaptığı konuşmada, “Onurumuz ayaklar altına alındı. İran’ın onuru çiğnendi” diyerek söze başlamış ve bu yasa için şöyle demişti:
“İran halkı bir Amerikan köpeğinden daha alçak seviyeye düşürülmüştür.
Biri bir Amerikalının köpeğini ezerse, hakkında dava açılacak, bir Amerikalı ahçı, Şah yani ülkenin başkanını ezse, hiç kimsenin müdahale etme hakkı olmayacak.
Amerikan Başkanı şunu bilmeli ki, bugün kendisi Müslüman ülkemize yaptığı haksızlıktan ötürü İran halkının gözünde insanoğlunun en nefret edilen üyesidir.
Bugün İran onun düşmanı olmuştur.”
(...)
Sayfa 93:
Humeyni, Tahran’a dönmek üzere Paris’ten ayrılmadan önceki son mülakatlarından birinde Le Monde gazetesine, “Niyetimiz dini liderlerin hükümet etmesi değildir” demişti.

Buna rağmen ilerleyen süreçte laik, milliyetçi ve liberallerin rejim üzerindeki etkisi giderek törpülenmiştir.
(...)
Sayfa 102:
Böylece İran Devrimi, komünizm ve faşizmden sonra yüzyılın üçüncü devrimci gücü haline gelmiştir.
(...)
Sayfa 102:
İran, Baas rejiminin sekülarist politikalarını ortadan kaldırmak üzere isyan eden Müslüman Kardeşler’e karşı Hafız Esad rejimini desteklerken, Müslüman Kardeşler’in ezilmesinin hemen akabinde Şam yönetimi bu jeste Suriye toprakları üzerinden geçen Irak petrol hattını kapatarak karşılık vermiştir.

Oysa Suriye’deki Müslüman Kardeşler İran modelini takip etmeye çalışan ve başkaldırı için ilhamını İran Devrimi’nden alan ilk İslamcı siyasi hareket olma özelliğini taşımaktaydı.
(...)
Sayfa 165:
Rejimin Çocuğu ve Silahlı Hamisi: Pasdaran
(...)
Sayfa 180:
İran toplumunun yüzde 10’unu Sünniler oluşturmaktadır.
İran’daki Türkmenlerin ve Belucilerin tamamı ve Kürtlerin yüzde 70’i Sünni’dir.
İran’da Sünniler üst düzey görevlere gelemezler.

Ülkede Şiiliğe dayalı teokratik yapı ve kilit kurumların din adamlarının elinde olması nedeniyle Sünniler dışlanmışlık yaşamaktadır.
(...)
Sayfa 181:
Brzezinski’nin doğru bir şekilde altını çizdiği gibi İran’da cumhurbaşkanlarını açıkça dini lidere bağlı kalmakta ve çeşitli kabine üyeleri üzerindeki gözetimiyle nispeten sınırlı bir yetki kullanmaktadır.
(...)
Sayfa 184:
İran Meclisi, dört yıllığına seçilen 290 milletvekilinden oluşmaktadır.
(...)
Sayfa 187:
Anayasa Koruyucular Konseyi
(Şura-yi Nigebban-i Kanun-ı Esasi)
(...)
Sayfa 192:
İran Anayasası’na göre cumhurbaşkanının da üstünde yer alan dini liderliğe seçilen Hamaney’in ayetullahlığı tartışmalıydı.
(...)
Sayfa 205:
Ortalama yaş 3,5 yıl gençleşirken, kadın milletvekili sayısı 81’den 66’ya düşmüştür.
(...)
Sayfa 207:
1993 yılında ABD ile ticareti 1 milyar dolara çıkmış.
ABD’nin sembolü olarak görülen Coca Cola bile Meşhed’de bir fabrika açmıştır.
(...)
Sayfa 224:
Oysa İran ekonomisinin kötüye gitmesinin ana sebeplerinden biri 1980’li yıllarda uygulamaya konulan çoklu döviz kuru olmuştur.
(...)
Sayfa 226:
İran’da rüşvetsiz iş yapmak adeta imkansız hale gelirken, karaborsa ve kayıt dışı ekonomi kamu gelirindeki azalmanın ana sebeplerinden biri olmuştur.

Yolsuzluğa karışanların hızla zenginleştiği ülkede nüfusun geriye kalan kısmı ise hızla fakirleşmiştir.

Temel ihtiyaç maddelerinin fiyatları bir yıl içerisinde bile 2–3 kat artmıştır.
(...)
Sayfa 262:
Mesela, İran’ın 12 değişik şehrine yayılı şekilde yaşayan 40 bin civarındaki Süryani ve Keldani, Meclis’te bir temsilciye sahip olmakla birlikte uğradıkları yasa dışı ayrımcılıktan şikayet etmekteydiler.
(...)
Sayfa 267:
(İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Hasan) Ruhani’ye göre bir yönetim sisteminin güç ve dayanıklılığı doğrudan meşruiyetinin gücüne bağlıdır.

Dolayısıyla, herhangi bir sistemin çöküşü de halkın o sistemin meşruiyetine olan güven kaybıyla başlar.
(...)
Sayfa 268:
“İran gençliği hızla İslam’dan uzaklaşırken, İran İslamcılık karşıtı düşüncenin önemli bir kaynağı haline gelebilir” diyen Pipes’e göre...
(...)
Sayfa 275:
İran Anayasası, teoride “İslam ilkelerine ve kamu haklarına mugayir” olan fikirlerin yayınlanması dışında basın özgürlüğünü teminat altına almaktadır.
(...)
Sayfa 279:
Hatemi Hükümeti ve “Derin Devlet”
(...)
Sayfa 283:
Neticede İran siyasal sisteminin en yüksek otoritesi cumhurbaşkanlığı değil dini liderlikti ve bu pozisyon da Hamaney’e aitti.
(...)
Sayfa 309:
Alman Siemens firmasının bir alt şirketi olan Kraftwerk Union 2080 MW gücünde bir enerji santrali kurmak üzere İran ile 1,4 milyar dolarlık bir anlaşma yaparken, Kanada’nın Babcock & Wilcox, Fransız–İngiliz ortaklığı GEC–Alshtom, İsviçre’nin ABB Asea Brown Boveri, İtalya’nın Nauco Cimimontubi ve Belleli şirketleri de İran’ın enerji sektörüne yatırım yapan şirketler arasında yer almıştır.
(...)
Sayfa 312:
Humeyni Doktriniyle Yol Ayrımı
(...)
Sayfa 313:
Ayetullah Humeyni’nin Suudi Arabistan ile yakınlaşma karşıtı uyarılarına rağmen İran’ın bölge ülkeleri ile olan ilişkilerini geliştirmede, Hatemi hükümetinin Humeyni’nin Rüşdi hakkında verdiği fetvaya mesafe koymasının ardından AB ile ilişkilerini geliştirmede, Irak ve Afganistan’da ABD yönetimi ile geliştirilen diyalogda görmek mümkündür.
(...)
Sayfa 313:
Özellikle Humeyni’nin “Saddam’ı affetsek bile, Fahd’ı asla affetmeyeceğiz” sözü hatırlanacak olursa, Suudi Arabistan ile ilişkileri geliştirme konusunda İran’da oluşan konsensüsü dış politika ve bölgesel politikalarda keskin bir dönüş olarak değerlendirmek mümkündür.
(...)
Sayfa 317:
Komünizm ile Kapitalizm arasında bir sentezin mümkün olmadığını ve bunu aramanın budalaca bir şey olduğunu anlayan Deng, Çinli öğrencilerin 1989 yılındaki Tiananmen gösterilerinden sonra, Çin halkına farklı bir seçenek sunmuştu:
“İşte size bir teklif: Gönlünüzce giyebilir, dilediğiniz işte çalışabilir, istediğiniz yerde oturabilir, dilediğiniz konuda eğitim görebilir, evlerinizde dilediğinizi düşünebilir ve istediğiniz kadar para kazanabilirsiniz.
Ama bir tek şeyi yapamazsınız.
O da Komünist Partisi iktidarını sorgulayamazsınız.
Biz sizin hayatlarınıza karışmayacağız, siz de bizim işimize...”
(...)
Sayfa 322:
İran’ın bu umut veren çıkışına ABD’nin cevabı gecikmemiş ve ABD Başkanı Bill Clinton...
(...)
Sayfa 334:
İran ile diyalog için ABD’ye bir yol haritası niteliğinde tavsiyelerde bulunan Brzezinski ve Gates’e göre:
(...)
Sayfa 346:
Diyalog Öncesi Sportif Peşrev
(...)
Sayfa 353:
Ahmedinejad’ı İran’ın Tercihi Haline Getiren Sosyo–Politik Şartlar
(...)
Sayfa 372:
İran Adı Konmamış Bir Askeri Yönetim Altında Mı?
(...)
Sayfa 387:
2009 yılında infaz ettiği 388 idamla İran, bu konuda Çin’den sonra dünyada ikinci sırada yer alırken,
(...)
Sayfa 392:
“Gül ve Erdoğan, Ahmedinejad’ı Telefonla Kutladı”, Anadolu Ajansı, 14 Haziran 2009,

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, seçimlerden henüz iki gün sonra İran Cumhurbaşkanlığı’na yeniden seçilen Mahmud Ahmedinejad’ı telefonla arayarak tebriklerini iletmişlerdir.

Henüz seçim üzerindeki hile tartışmaları dinmeden Türk liderlerin Ahmedinejad’ı tebrik etmesi hem Türkiye’deki demokrat çevrelerde hem de Batılı başkentlerde Ahmedinejad’a bir erken meşruiyet kazandırma girişimi olarak eleştirilmiştir.
(...)
Sayfa 405:
Nitekim, ABD Başkanı Bush, en ılımlı İranlı lider olan Hatemi döneminde İran’ı “şer ekseni” olarak nitelendirmiştir.

Ayrıca Hatemi ve Rafsancani döneminde İran, sıklıkla ABD ve İsrail tarafından askeri müdahalede bulunmakla tehdit edilmiştir.
(...)
Sayfa 411:
İran’ın eklektik pragmatizmi, özellikle kriz zamanlarında kendini ele vermektedir.

İran–Irak Savaşı sırasında ABD ve İsrail ile yapılan silah pazarlıkları, Taliban yönetimindeki Afganistan’ın 2011 yılında ABD tarafından işgaline Tahran’ın verdiği destek, Rusya’nın Müslüman Çeçenistan’da giriştiği savaş suçlarına ve Doğu Türkistan’da Müslüman Uygurlara karşı uyguladığı baskılara karşı takınılan sessizlik, 2003 yılında Saddam Hüseyin’e karşı başlatılan savaşta ABD’ye verilen sessiz destek ve ABD ile diplomatik ilişki kurulması konusunda gösterilen gayretler bu babdan sayılmaktadır.
(...)
Sayfa 441:
Öte yandan, devrimci dini vakıflar olan bünyadların eriştiği ekonomik gücün yanı sıra, son 20 yıl içinde dini lider Hamaney’in birçok ekonomik projenin kendilerine verilmesini sağladığı Devrim Muhafızları “silahlı bir büyük şirket” haline de gelmiştir.

Çıkarılan özelleştirme yasası çerçevesinde en önemli stratejik/ekonomik kurumlar olan telekomünikasyon, limanlar, petrol ve doğalgaz işletmeleri, boru hattı projeleri Devrim Muhafızları’nın kontrolüne geçmiştir.

12 Haziran 2009 tarihinde yapılan şaibeli cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında yaşanan ve 2013 Haziran seçimlerinden aylarca önce başlayan gerilimler ışığında bugün İran’ın, merkezinde Devrim Muhafızları’nın olduğu ciddi bir geçiş döneminde bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.