Ekonomik, sosyal, politik alanlarda küresel ölçekte stratejik Öngörüler ve Güvenlik Risk analizleri yapan StratforŞirketinin (1996 Texas/ABD) kurucu BaşkanıGeorge Frideman Paris saldırısından sonra Avrupa'ya şöyle seslendi;
"Ya böyle saldırıları kabul edecek bekleyeceksiniz, ya da İslama karşı radikal bir Savaş yapacaksınız.."
Bu çok tartışılacak ve (belki de radikal İslamcıların işine gelecek) ifadeleri kullanan Friedman'ın şirketi RTE için de -2013 te 2 yıllık bir ömür- biçildiği haberlerini yaymıştı. Korku, dehşet, kaos, panik ortamlarından nemalanan bu şirketin böyle yayınlar yapması gayet normal(!) ancak ortaya attığı kafa bulandırıcı sorular maalesef eriyip gidecek cinsten değil.
Bir gün gazetesinde tercümesi verilen (aşağıdaki) yazısında Avrupa-İslam çatışmasının kısa bir analizini veriyor... ve kritik soruyu ortaya atıyor:
"Seküler yaşamı reddeden, Batıyı (aslında tüm Dünyayı) İslama dönüştürmek isteyen ve bunun için her yolu kullanan Cihatçı Müslümanlarla, Cihatçı olmayan, Dini özelinde yaşayan (ılımlı) Müslümanları nasıl ayırt edeceğiz?"
Evet bu sorunun yanıtı var mı?
2015 yılı hem Dünya, hem de Türkiye için çok kötü olayların yaşanacağı bir yıl gibi görünüyor; Umarım yanılırım. Sevgilerimle. æ
George Friedman 1949
***“İslam’la savaş kaçınılmaz !”
Stratfor Kurucu Başkanı Friedman Avrupa’ya seslendi:
“Yalnızca radikal İslam’a savaş açmak imkânsız, ya İslam’a karşı savaşacaksınız ya da öldürülmeyi bekleyeceksiniz.”
CIA’in gölge kuruluşu diye tanımlanan ABD’li düşünce kuruluşu Stratfor, Charlie Hebdo krizi üzerinden Avrupa’nın İslam’la ilişkisinin geleceğini değerlendiren bir makale yayımladı. Stratfor Kurucusu Başkanı George Friedman tarafından kaleme alınan yazıda Avrupa’da Hıristiyanlık ve İslam’ın tarihinden geleceğine kadar geniş kapsamlı değerlendirmeler yer alıyor. ABD ve Avrupa’daki üst düzey yöneticiler ve devletlerin kararlar üzerinde büyük etkisi olan Friedman’ın yazısı bu nedenle önem taşıyor.
O yazıdan bazı bölümleri çeviriyoruz. ‘İki Dünyanın Savaşı’ isimli yazıdan satır başları şöyle;
***
İslam Avrupa’yı iki kere işgal etti. Hristiyanlık da önce Osmanlı’yı Avrupa’dan kovarak, sonra da Kuzey Afrika’dan başlayan işgal dalgasıyla İslam Dünyasını defalarca işgal etti. İki din birbirini domine etmek istedi, iki din de hedefine çok yaklaştı ama başarısız oldu.
Şu an yaşadığımız kriz, Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı sonrasında Kuzey Afrika’da hegemonyasını yitirmesi ve ucuz işçi ihtiyacıduyması ile başladı. Emperyal ilişkilerini dönüştürme şekilleri, bu durumda Müslüman ülkelerden ucuz işçi almalarını kaçınılmaz kıldı. Fakat Avrupa’ya gelen Müslümanlar kültürel bir dönüşüm yaşamak veya Fransız olmak için gelmedi.
Durumu daha da karmaşık kılan şey ise, Avrupa’nın artık Hristiyanlık kültürünün hegemonyasında bulunmamasıdır. Egemen doktrin olan sekülarizm kamusal alan ile özel alan arasına radikal bir çizgi çeker ve dini özel hayata hapseder. Fakat bu tüm problemleri çözemez. Bazı inançlar, diğer inançlarla kamusal alanda ortak bir nokta bulmayı reddeder. Bazıları ise doğrudan kamusal-özel alan ayrımını kabul edilemez olarak görür. Avrupa sekülarizmin ana doktrinlerini kabul etmeyen, hatta açıkça reddeden kişileri de davet etmiş oldu.
Dilimizde (kullanılan ifadelerde), Paris’teki katliamın sorumluluğunun
*İslam’da mı? veya
*İslam’ın yorumunda mı? veya
*Yalnızca tetiği çekenlerde mi?
olduğuna dair bir belirsizlik var.
Bu, yaftalamaktan kaçınan sekülarizmin evrensel bir sorunudur. Sekülarizm, sorumluluğu bireye vererek ulusları ve dinleri sorumlu tutmamak eğilimindedir. Bu eğilim yanlış olmak zorunda değil, yalnızca tetiği çekenleri suçlayıp aynı inanca sahip insanlara dokunmayarak savunulabilir bir etik yargıya varılabilir. Lakin pratik açıdan, böyle davranarak ne zaman olacağı belirsiz saldırılara karşı savunmasız kalırsınız.
Bu saldırıdan Müslümanların çoğu sorumlu değildi; fakat bu saldırıyı gerçekleştirenler Müslümanlar adına konuşan Müslümanlardı. Bu durumda, bu sorunu çözmenin Müslümanların ödevi olduğunu söyleyenler çıkabilir. Ya çözmeyi reddederlerse? Bu çıkmaz, Avrupa’nın gizli sırrıyla karışmış durumda: Avrupalılar Türkleri Avrupalı olarak görmüyor. Avrupa’nın liberal bir seçenek olarak sunduğu çok kültürlülük konsepti ise ayrıştırmak, ötekileştirmek ve gettolaştırmaktan başka bir işe yaramadı.
Bugün Müslümanların tamamı olmasa bile tehlike oluşturacak büyüklükteki bir kısmı bu saldırıları onaylıyor. Ama Batılıların öldürmeyi düşünen Müslümanlarla öldürmeyi düşünmeyen Müslümanları birbirinden ayırması mümkün değil. Müslüman topluluğu bu ayrımı belki kendi içerisinde yapabilir ama 25 yaşındaki bir ABD veya AB polisi bunu yapamaz. Müslümanların çoğunluğu da bu şiddet eğilimine müdahale etmek istemiyor veya edecek gücü yok. Bu yüzden savaş durumunda bırakılıyoruz.
Fransa Başbakanı Manuel Valls bu durumu“radikal İslam’a karşı savaş” olarak tanımladı. Ama radikal İslamcıların alnında kendilerini diğer Müslümanlar dan ayırt etmemizi sağlayacak bir işaret yok. Bu nedenle Dünya,ya periyodik saldırıları kabul etmek, ya da bütün Müslüman toplumunu, aksi kanıtlanmadıkça, bir tehdit unsuru olarak görmek zorunda. Bu berbat bir seçim, ama tarih de böyle berbat seçimlerle dolu.
Bu nedenle İsrail yok edilse, Irak’a barış gelse bile bu sorun var olmaya devam edecek.Müslüman ülkelere sekülarizmin yayılacağı da yok. Radikal İslamcıları Ilımlı Müslümanlardan ayırmanın imkânsızlığı Avrupa’ya başka seçenek bırakmıyor. Öte yandan paradoksal olarak bu tam da radikal İslamcıların istediği şey, böylece Kuzey Afrika'daki ve Türkiye’deki konumlarını güçlendirecek. Akdeniz sınırı İslam ve Hristiyanlık’tan önce de bir çatışma alanıydı, sonra da öyle kaldı. Coğrafyaya kök salmış çatışmaların çözülebileceğini düşünmek bir yanılsamadır. Bir gün masanızda çalışırken öldürülme korkusunu reddedecek kadar felsefi olmak da yanlıştır. Çözümsüz bir noktadayız ve alabileceğimiz kararların tümü berbat kararlar. Şu an bir savaş durumunda olduğumuzu reddetmek güneşi balçıkla sıvamaya çalışmaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder