8 Ekim 2014 Çarşamba

HANGİ ÖZÜR?!

Cüneyt Şaşmaz


"Bir iç bunalımı ancak bir dış bunalım doğurur!
Öncelik her zaman dış politikadadır."
Alman tarihçi Franz Altheim

ABD Başkanı Obama'nın IŞİD stratejisi açıklamalarına cevap veren IŞİD terör örgütünün sözcüsü Abu Muhammad al-Adnani:
"Ey Haçlılar, İslam Devleti tehdidini gördünüz; fakat bunun ilacının ne olacağının farkında değilsiniz, ilacını bulamayacaksınız çünkü ilacı yok.
Eğer onunla savaşırsanız daha da kuvvetlenecek ve sertleşecek.
Eğer uğraşmaz serbest bırakırsanız büyüyecek ve yayılacak.
Ey Haçlılar, isterseniz kuvvetlerinizi harekete geçirin.
Gök gürültüsü gibi gürleyin, kimi isterseniz tehdit edin, kendinizi hazırlayın, askerlerinizi silahlandırın, bizi vurun, öldürün, imha edin.
Bu size hiç yaramayacak.
Sonuçta siz mağlup olacaksınız."

Gerçekten de ABD, liderliğindeki koalisyon kuvvetlerini harekete geçirdi, IŞİD'e yönelik saldırılarına başladı.
Ama IŞİD belasının nasıl çözüleceği konusunda tam bir mutabakat yok.
Çünkü işin içindeki tüm aktörler IŞİD olayını kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme ve çıkar sağlamayı tercih etmiş gözüküyor.

Nitekim IŞİD'i yenip dağıtmak için bir araya gelen koalisyon daha şimdiden uygulamada bölünmüşlük görüntüsü veriyor.

Bir kısmı hem Irak ve hem Suriye'de operasyon yaparken bir kısmı sadece Irak'ta operasyona katılmayı uygun görmekte, diğer kısmı lojistik, siyasi destek noktasında kalmaktadır.

Bu bile IŞİD'in ne olduğu, nasıl mağlup edilebileceği, bitirsek mi sadece zarar mı versek konularında koalisyonun fikir birliğinde olmadığını, buna mukabil IŞİD'in fikirlerini ve eylemlerini destekleyen hatta ona biat etmek isteyenlerin sayısının arttığını görmekteyiz.

Hal böyle olunca da nihai hedefleri farklı ve senaryoları birbirine girmiş oyun içinde oyun oynanıyor gibi.

Bir zamanların dünya devleti olmaya aday ülkesi Türkiye AKP iktidarının oyun belirleyici, düzen ve denge kurucusu olacağını iddia ettiği Ortadoğu'da dış politikasını ve ülkenin beka/güvenliğini iki terör örgütünün (PKK ve IŞİD) arasına sıkıştırmış hatta onların inisiyatifine terk etmiştir.

IŞİD'in 08 Haziran 2014'te Musul'u işgale başlamasıyla ortaya çıkan IŞİD tehdidinin kaybedenleri listesinde Türkiye en başta gözüküyor.

11 Haziran'da Musul başkonsolosluğu çalışanlarının göz göre göre IŞİD tarafından teslim alınması Türkiye'nin elini kolunu bağlamıştır.
Bu rehin alma olayının stratejik bir karar olduğunu, stratejik sonuçlar doğurduğunu söylemeliyiz.

Bilindiği üzere en kanlı PKK saldırılarından sonra bile Türkiye'nin Irak'ın kuzeyine herhangi bir operasyon yapması hem de kara/özel kuvvetlerini sokmasına herkes karşı çıkmıştır.

Aslında herhangi bir vesileyle Türkiye'nin Irak'ın kuzeyine müdahale Irak'taki hiçbir yerel ve yabanı aktör istememektedir.
Sonuçta da öyle olmuştur.

IŞİD saldırıları sonunda Türkiye'nin kırmızı çizgileri olan Türkmenler göçe zorlanıp ezilirken, yok edilirken, Kerkük tamamen Barzani'nin eline geçerken eli kolu bağlı Türkiye'nin hiç sesi çıkamamıştır.

Bu sessiz kalış o kadar belirgindir ki acaba rehine olayı iç politik tercihler (çözüm süreci dayatmaları gibi) nedeniyle bölgeye müdahil olmak istemeyen AKP hükümetinin bilgisi dahilinde olduğuna dair komplo teorileri bile konuşulmaya başlanmıştır.

Sonunda Türkiye Irak'taki tarihsel/hukuksal iddialarını, kırmızı çizgilerini, bütün kazanımlarını boşa çıkarmış, Türkmenleri kurban etmiş, Atatürk'ün dediği gibi Türkiye'nin bekasıyla doğrudan ilgili Kerkük-Musul bölgesini kaybetmiştir.

Rehinelerin serbest bırakılması görünürde Türkiye'nin elini rahatlatmış gibi gözükse de aslında Türkiye'nin elindeki bağa ikinci bir düğüm atmıştır.
Çünkü rehin sürecinde IŞİD'e karşı sessiz kalan Türkiye, rehinelerin serbest kalmasıyla bu sefer Batı'nın baskılarına/dayatmalarına sessiz kalmıştır.

Ayrıca IŞİD'le yapılan pazarlıkların bilinmeyen içeriği bağlamında IŞİD'e karşı halen neler yapmaması gerektiğinin yani İŞİD'in devam eden dayatmalarının olabileceği de olasılıklar dahilindedir.

ABD Dışişleri Bakanının direktif gibi açıklamalarından (Türkiye IŞİD'le mücadelede ön cephede olacaktır. Türkiye, Suriye sınırını kapatmalı; yabancı savaşçıların geçişini ve petrol kaçakçılığını durdurmalı.) sonra IŞİD'e karşı keskin bir dönüş yapması Türkiye'nin rahatlayan değil aksine daha da zora girdiğinin göstergesi gibidir.

Rehinelerimizin diplomatik/siyasi pazarlıkla serbest bırakıldığın açıklanması Türkiye'nin devlet kurduğunu ilan eden bir terör örgütünü siyaseten tanıdığı algısını oluşturmuştur.

PKK ile yürütülen pazarlıklardan sonra IŞİD ile de pazarlık yapıldığın ortaya çıkması Türkiye terör örgütleriyle pazarlık yapıyor, örgütler istediklerini alıyor algısını kuvvetlendirmiştir.

Artık Türkiye ile işi olan terör örgütleri dışarıda içeride herhangi bir kurumu/kuruluşu/kişiyi rehin alarak Türkiye'den isteklerde bulunabilecektir.
Bu durum Türkiye açısından önemli bir prestij ve güvenirlilik kaybıdır.

Türkiye bu tür tehdit ve şantaj politikalarına açık olduğunu göstermiştir ki bu Türkiye'nin bağımsızlığını ve bekasını tehlikeye sokmuştur.

IŞİD tehdidinin ortaya çıkması, Batı medyasında ve kamuoyunda Türkiye'nin IŞİD ve benzeri örgütlere kucak açtığı, toprakları üzerinden lojistik ve insan kaynağı transferine göz yumduğu şeklindeki haberlerle Türkiye terör örgütlerine destek veren bir ülke olarak anılmasına yol açmıştır.

30 yıldır PKK terörüyle mücadele eden ve 40.000 insanını terörden kaybeden Türkiye'nin teröre destek veren/göz yuman ülkeler arasında anılması Türkiye açısından telafi edilemez bir kayıptır.

Bu kayıp, PKK'nın inisiyatifinde şantaj ve tehditle yürüyen sözde çözüm sürecinin bir anda terör sarmalına dönüşmesi halinde Türkiye'nin terörle mücadele uygulamaları artık dışarıdan da içeriden de destek bulamayacağının da işaretidir.

IŞİD tehdidiyle birlikte başka bir ülkenin (Suriye) toprak parçası (Ayn el Arap/Kobani) Türkiye'nin iç sorunu haline getirilmiştir.

IŞİD'in Suriye'de PKK'nın uzantısı PYD/YPG kontrolündeki Ayn el Arap'ı işgal girişimleri PKK tarafından çözüm süreciyle irtibatlandırılarak Türkiye PYD/YPG'nin yanında yer alıp destek vermezse Türkiye'de yeniden terör başlatmakla tehdit edilmiştir.

Bugüne kadar tehdit ve şantajla taleplerine birer birer karşılık bulan PKK'nın burada da Türkiye'yi köşeye sıkıştırdığı görülmektedir.

IŞİD'e karşı mücadelede Peşmergeye yardım eden PKK'nın ABD ve Avrupa'da terör örgütleri listesinden çıkarılması gündeme gelmiştir.

Buna da en büyük gerekçe olarak Türkiye'nin silah bırakmamış ve ısrarla silah bırakmayacağım diyen PKK terör örgütüyle pazarlık masasına oturmuş olması gösterilmiştir.

Tabii bu arada AKP iktidarının terör tanımana yaklaşımı da göz ardı edilmemelidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan adaylı vizyon belgesini açıklarken Türkiye'deki terörün sebebi olarak statükonun direnmesini gösterip terör yapanların aslında hak, hukuk, özgürlük arayışında oldukları dile getirmiş, Başbakan Davutoğlu da IŞİD'in ortaya çıkışını anlatırken Sünnilerin haklarını arayan öfke patlaması olarak nitelendirmişti.

Bu açıklamalar aslında AKP iktidarının terörü haklı gösteren, terör örgütleri masum gösteren bir yaklaşımdır ki PKK'yı terör örgütü listesinden çıkarmak isteyenlere itiraz edilecek hiç bir argüman bırakmamışlardır.

En üst seviyede IŞİD'in ortaya çıkışını hak, hukuk arayan öfkeye bağlandıktan sonra değişen şartlar gerekçe gösterilerek IŞİD'i terör örgütü olarak kabul edildiğinin açıklanması Türkiye'nin güvenilir ülke konumunu aşındırmıştır.

Nitekim tezkere görüşmelerinde AKP adına konuşan milletvekili IŞİD'ten bahsederken Davutoğlunun öfke patlaması açıklamasını kullanması aslında AKP'nin halen IŞİD konusunda gerçekten ne düşünüp düşünmediği hakkındaki şüpheleri artırmıştır.

AKP'nin iktidar partisi olması nedeniyle bu gelgitlerin faturası Türkiye'nin hesabına yazılmaktadır. 

Rehinelerin serbest bırakılması Türkiye'yi Batı karşısında seçeneksiz, eli kolu bağlı duruma düşürmesinin yanında Türkiye'yi sürekli politika ve fikir değiştiren güvenilmez bir ülke konumuna sokmuştur.

Rehinelerin serbest bırakılmasına kadar IŞİD'e bırakın terör örgütü demeyi en ufak bir eleştiri bile getirmeyen Türkiye BM zirvesi ve sonrasında özellikle ABD'den gelen baskılarla birlikte IŞİD'e yönelik söylemlerini sertleştirmiş ve koalisyona dahil olacağını açıklamıştır.

Bu durum Türkiye'nin tehdit (IŞİD'in rehinelere kötü bir şey yapması) ve baskı (ABD'nin Türkiye mutlaka yer almalıdır söylemi) altında politikalarını değiştirdiğini, ilkelere bağlı kalamadığını, dolayısıyla kendi özgün dış politikasını oluşturma gücünü kaybettiğini göstermesi açısından bir dış politika açmazına girdiğini göstermektedir.

Türkiye önce Esad son dönemlerde de IŞİD tehdidiyle oluşan büyük göç dalgalarına maruz kalmıştır ve çok büyük ekonomik kaynaklarını buna harcamak zorunda kalmaktadır.

Bunun yanında Türkiye rehine olayı sonrasında değişen pozisyonuyla IŞİD'le mücadeleye o kadar hızlı bir giriş yapmaktadır ki koalisyon ülkelerinin istemediği ve cesaret edemediği askeri seçeneklerin (uçuşa yasak bölge, tampon bölge-güvenli bölge) hayata geçirilmesine çalışmaktadır.

Görünen o ki uzun yıllar alacak askeri ve ekonomik anlamda çok büyük maliyetler getirecek bu uygulamalarda Türkiye tek başına kalma tehlikesiyle yüzyüze kalmıştır.

Buna ilave olarak ayrıca tezkere metni ve gerekçelerinden de görüleceği üzere AKP iktidarı iç politik hesaplara dayalı olarak IŞİD'le mücadele sürecine dahil olmuştur.

İktidar PKK'ya uygulamaktan çekindiği terörle mücadele yöntemlerini IŞİD'e karı hararetle savunurken aslında çelişki içinde olduğunu da göstermektedir ki Türkiye'nin bu görüntüsü Türkiye'nin sözlerinin güvenirliliğini ve etkisini azaltmıştır.

IŞİD tehdidiyle bazı ülkeler bununla doğrudan ya da dolaylı ilintili konularda aldıkları kararlarla kazanan olurken tersini yapan Türkiye kaybetmiştir.
Bunun en somut örneği Müslüman Kardeşler üyelerinin durumudur.

Suudilerin etkisindeki Körfez İşbirliği Konseyinin de baskısıyla Katar ülkedeki Müslüman Kardeşler üyelerini sınır dışı ederek fırsattan istiifade bu yükten kurtulurken Türkiye bunları ülkeye kabul edebileceğini açıklamıştır.

Artık İslam ülkeleri içinde gidecek yer bulamayan ve terör örgütü olarak kabul edilen bir örgütün üyelerinin Türkiye'de bulunması ve IŞİD'in siyasi fikir babası olarak bilinen Tarık Haşimi'nin uzunca süredir zaten Türkiye'de bulunuyor olması Türkiye'nin terörle mücadelede kafasının karışık olduğunu, sürdürülebilir ve güvenilir ilişki kurulmasını sorgulanır hale getirmiş, terörle ilişkili kişi ve örgütlere ev sahipliği yapar konuma gelmiştir.
Alıntılar: Cahit Armağan DİLEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder