Sayın Nabi Avcı…
Sevgili Nabi…
Nabi…
Hitaba uygun sözcüğün hangisi olacağı konusunda kendimle
ihtilafa düştüğümü İtiraf edeyim.
Sayın’la girmek istedim söze…vazgeçtim. Sözcüğün, saygınlık
bağlamında, bunca olanlardan sonra, anlam ve önemini yitirmişliği geldi aklıma…
ondan vazgeçtim.
“Öğretmen-öğrenci ilişkisinin büyüsünü bozmasın” kaygısıyla,
sevgili Nabi; diye başlamak geldi içimden… Vazgeçtim. Zira, olanlar karşısında,
sevgi ile yadedilecek geçmişin sade, duru ve samimi anılarından başka bir şey
kalmamışlığına da kahredip bu sözcükle hitap etmeyi de düşüremedim üzerime…
Öfkenin değilse bile, hayal kırıklığının yumuşatılmış ifadesinin arkasına
saklanıyor olmak-gibi geldi… ondan vazgeçtim.
Nabi… diyerek, söze girmek en iyisi gibi geldi bana.
Sen bunu, 40 yıl öncesine giderek, öğretmeninin sınıfta sana
doğrudan hitabıymış gibi algıla… Gelebilecek farklı kaba-saba yorumlara
takılma… Dinle onu.
O sizleri hiç dinlemezlik etmedi… Sizler üzerinde hiçbir
emrivaki (dayatma) uygulamadı. Uygulamak isteyenlere de, hep karşı durdu. Ona
yanlış yapmadınız. Sizler saydınız, o
sevdi!... Sizlere öğretirken, sizlerden çok daha fazlasını öğrendi. O günlerin
ortak idealizminin bu günlere uzanan tazeliğidir ona bunları söyleten.
Geçen 40 yılların izini alnında görebilirsiniz de, yüreğinde
asla göremezsiniz. O yıllarda da, Dünya’yı kimyadan önce görürdü. Sizlerdiniz
dünyanın merkezi!... İnsan merkezli eğitimin gereği için o gencecik beyinleri
idealize etmekti hedef. Yarınlara hazırlığın temeli olsun isteniyordu, o
günlerin öğretileri, hilesiz, yalansız, dayatmasız.
Okuyanların, düşündüklerini aklın sentezi içinde en iyi
ortaya koyanların başında gelirdin!...Dayatmalara, kalıplaşmış uygulamalara “fikri
hür vicdanı hür” birey olmak adına karşı duruşlarını, öğretmenin unutmadı. Ama
ne yazık ki sen, o günlerini unutmuş görünmektesin!..
Dönüp soruyor kendisine şimdi, o senin öğretmenin: Birileri
adına, yanlışlıkların taşeronluğuna soyunmuş makam sahibi Nabi; O’mu!?...
*
Milli Eğitim Komisyonu Başkanı iken, hani 4+4+4 gaflet
yasasının 21 maddesini 25 dakikada, komisyondan geçirip tutanağa bağlanmasını
sağlamıştınız ya!. O da size “takılı
kaldı yüreğim geçmişe” deyip, sitem dolu bir mektup yazmıştı.
*”Üzüldüm” demişti; Demokrasi, vicdana inmedikçe, soksan
duracak cinsten değilmiş!” demişti. 21 maddeyi, 25 dakikalık demokrasi
vicdanına sığdıramamıştı.
*Utandım; öğrenen öğrenemediyse, öğreten öğretememiştir,
ilkesine takılıp utandım. Demişti. Demokrasinin ayıbı saymıştı o gün olanları.
*Kahroldum; zira; “bu sistemle; adam değil; ancak, biat ve
sadakat erbabı kula kulluk etmeye hazır ümmet yetiştirilir” diyerek, kahroluş
gerekçesini koymuştu ortaya.
O günden bu güne katlandı üzüntü, büyüdü kahır!..
Aceleye getirilişinden,
içeriğinin tartışmalara fırsat verilmeyişinden belliydi o yasanın peşinden bu
günlere kurulacak köprüler.. Sen de, o
köprünün Dumrul’u olma görevini o günün çarşambasında, gelecek perşembenin hatırına
yüklenmiştin.
18 Milyona varan bir nüfusa eğitim adına doğrudan hükmeden
sıfatın sahibi olarak; birkaç sorum olacak. Soru sahibini öğretmenin olarak
değil de, demokrasinin kendisine tanıdığı vatandaşlık hakkını kullanmak isteyen
sıradan bir vatandaş olarak algıla lütfen:
Görevde bulunduğun dönem içinde, seni unutturmayacak çok
şeyler oldu da, iyilikle yadedilmene vesile olacak, aydınlığa çağdaşlığa dair,
eğitim adına bişeyler oldu mu!?
Müfredat programları mı daha çağdaş hale getirildi örneğin
!?
Öğretmenlik mesleği daha saygın hale mi getirildi!? Sürgünler mi bitti!? Kayırmalar ve
kadrolaşmalar mı sona erdi!?, Sadakatın yerini liyakat mı aldı!? Eğitimde
fırsat eşitliği özlemine çareler mi bulundu?
Fizik, kimya, matematik branşlarında bilgi düzeyleri
yükseldi de Uganda’nın, Angola’nın, Afganistan’ın önüne mi geçtik!... Felsefe
dersleri öğretim programlarında, dünya ölçülerinde yer alır mı oldu!?.
Okullaşma oranı mı arttı!?, Kapatılan köy okulları yeniden
mi açıldı!? Taşımalı eğitim ucubesiyle,
tamamen öğretmensiz bırakılan köyler,
köy imamlarına teslim edilmekten mi kurtarıldı!?
Şaibesiz, dertsiz tasasız sınavlar mı yapılır oldu!?... Say
say biter mi!?..
Dünün; yarası kangren, karmaşası kaos oldu!...
Bir empati yap hadi!... Şu an Milli Eğitim’inin içinde
bulunduğu kaosun onda birini öğrenciliğinde sana dayatsalardı ne yapardın!?...
İşte sana anahtar. Çözüme buradan başla işte!..
Bu gün, karar verme konumundan çok; biat adına dayatmaları
uygulatma konumunda taşeron rolünde oluşun üzüyor ve kahrediyor senin
öğretmenini.
Sınıfın gönüllü sözcülüğüne soyunan 44 yıl önceki o Nabi
Avcı’yı görmek istiyor hala o. O gün, olumsuzluklara karşı, sınıfın hakkını
savunan Nabi’nin, bu gün de 76 milyonun yanında, dayatmalara karşı durmasını
bekliyor o senin öğretmenin!...
Mantığıyla, okuyarak kazandığı edinimlerle, toplum yararına
olmayan gidiş ve girişimlere, akıl dışı davranışlara, haksız uygulamalara,
bilimde, pedagojide, sosyolojide, psikolojide yeri olmayan eğitim adı altındaki
karanlık dayatmalara cesaretle karşı duracak Nabi Avcı’yı özlüyor o senin
öğretmenin. Bulamadıkça da kahroluyor… o senin öğretmenin!.
Dönüp yine soruyor… Nabi bu mu? Her adımıyla, çözüm yerine, milli eğitimde
yeni kaoslara sebep olan, bilim adamı Nabi!!...?...
Şunu çok açık dille ifade etmek isterim. Eğitim bir süreç.
Canlı.. Değişim ve gelişim içinde bir organizma yani. Bu nedenle günün gelişen
şartları içinde, yeni yeni sorunların ortaya çıkışı eğitimin doğası gereği
olması gerekendir. Ne var ki;Türk Milli Eğitimi, hiçbir dönemde, bu denli
olumsuzluklar içine gark olmamıştı. Sınavlar şaibeli, atamalar kayırmalı,
içerikler çağdaşlıktan uzak…. kayıtlarda kaos… Eşitsizlik diz boyu.
Yönetmelikler keyfi. Yakılan okullar da kaosun ikramiyesi!..
Bu sorunların üstüne; boynuzlu kulaklı bir de kızımız oldu.
9 yaşa indi türban, özgürlük adına!... Magazinel söylemden kurtulacakmışız
yönetmelik; yayınlanınca;!... Öyle dediniz.
Bilesin ki; bu söylemin yüreklere su serpmedi. Aksine,
alaylı esprilere konu oldu!..
Al yayınlandı işte!.. Baş kapalı olacakmış ama; yüz açık
olacakmış!... Güya; peçeye yasak yani!... Sormazlar mı adama!.. Başı kapatmak
özgürlük oluyor da; yüzü kapatmak niçin özgürlüğe dahil olmuyor!?.. O inanç
değil mi!?.. Yoksa; saç yüzden daha mı “cazibedar” da kapatmada öncelik saça
veriliyor!?.. Ya saç kapatma özgürlüğüne
ek olarak birisi de yüz kapatma özgürlüğü talep ederse…? Ne hakla o’nun
özgürlük talebine engel koyacaksınız!?..
Kaygım büyüdü. Artık susamıyorum… Örtünmek dinen avret
yerlerini örtmeyi emrettiği iddiası ile yapılıyorsa, 9 ya da 13 yaşındaki bir
çocuğu, cinsel obje olarak görmek asıl sapkınlık değil mi!?.. Yine; 9’undaki
bir kız çocuğunu 9’undaki (en çok da 13) sınıf ve okul arkadaşının cazibesinden
kurtarmak adına kapatmak din adına insani erdemleri katletmek değilse bile, dış
dünyayı potansiyel saldırgan ve tacizci görmek değil midir?
Sen de 12 yaşında, karma yatılı okuldaydın Sayın Nabi
Avcı!.. Ne büyük günahlar işlenmiş ne çok “özgürlükler” katledilmiş değil mi o yıllarda!.. O günlerin günah
şahitliği mi seni bu gün ahlaki gardiyanlığa nöbetçi kıldı!?..
Yoksa Ziya Paşa’nın ağzından; “Evvel yoğ idi, iş bu rivayet
yeni çıktı!” deyip, marifetinize bir nazire mi ekleyelim!?..
Bu gün, türban ile sapkınlıkların önüne geçmek isteyen
zihniyetin yakın gelecekteki talebi, anaokullarından itibaren kız-erkek
okullarının ayrılması, cinsiyete göre öğretmen talebi olacaktır. Dilerim bunu
da senin uygulama dönemine denk getirmezler. (1.bölümün sonu)
29.Eylül 2014
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ
mehmethalilarik@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder