|
Kitabın adı: Amerika’da Siyasal Yapı, Lobiler ve Dış Politika
(Türk, Yunan, Ermeni, İsrail ve Arap Lobilerinin ABD’nin Dış Politikasına Etkileri)
Yazarı: Tayyar Arı
ALFA
III. Basım, Ocak 2000
312 sayfa
18 TL
(...)
Sayfa 19:
Amerika’da siyasal yapı, güçler ayrımı (seperation of powers) kontrol ve denge (check and balances) ve federalizm gibi üç önemli ilkeye dayanmaktadır.
Kontrol ve denge kuralı, öncelikle etkisini Kongre’nin iki meclisli (Temsilciler Meclisi ve Senato) yapısında göstermektedir…
Bunun dışında Kongre’nin ve Başkan’ın birçok eylemi Anayasa Mahkemesi’nin (Supreme Court) mütalaasına tabidir.
(...)
Sayfa 23:
“Demokrat Parti” daha çok alt gelir grubu, işçi sınıfı ve başta siyahlar olmak üzere azınlık grupları tarafından desteklenir ve liberal parti olarak bilinirken, “Cumhuriyetçi Parti”, işdünyasının temsilcileri, işveren çevresi, yüksek gelir grubuna mensup kişiler ve dini açıdan tutucu kesim tarafından desteklendiği için muhafazakar parti olarak bilinmektedir.
İşledikleri politikalar açısından çok büyük farklılıklar olmasa da Demokrat Parti sosyal politikalara ağırlık verirken Cumhuriyetçi Parti serbest piyasa ekonomisi ve buna yönelik politikalar üzerinde durmaktadır.
Dış politikada en belirgin farklılık Cumhuriyetçiler’in daha sertlik yanlısı ve dış politikaya iç politikadan daha fazla ağırlık vermeleridir.
(...)
Sayfa 25:
II. Dünya Savaşı sonrası dönemde sıkça kullanılan diğer bir kavram ise “ulusal güvenlik politikası” kavramıdır.
Bu kavram, ülkenin içerde ve dışarıda bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü sağlamak amacıyla girişilen faaliyetleri anlatma için kullanılmaktadır.
Dar anlamda, ulusun gerçek ve potansiyel düşmanlara karşı savunulması anlamına gelen ulusal güvenlik politikası, geniş anlamda egemenliğine yönelik tehlikelerden devleti korumak, potansiyel düşmanların davranışları hakkında bilgi toplamak ve değerlendirmek, askeri ittifaklar oluşturmak ve dost ülkelere askeri ve teknik yardımlar yapma gibi faaliyetleri içermektedir.
(...)
Sayfa 25:
Karl Von Clausewitz’in dediği gibi, “Savaş politikanın başka araçlarla devam ettirilmesidir!”
(...)
Sayfa 25:
ABD’de savaş sonrası ortamda (1947’de) ulusal güvenlik politikaları konusunda Başkan’a en üst düzeyde danışmanlık yapması amacıyla Ulusal Güvenlik Konseyi’nin (National Security Council: NSC) oluşturulmasına yol açmıştır. Bizdeki MGK’ya benzemekle beraber üyeleri açısından sivil nitelikte bir kuruluş olan NSC’nin üyeleri Başkan, Başkan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı ve CIA Başkanı olup, Başkan arasıra diğer bakanları ve Genelkurmay Başkanı’nı (Joint Chiefs of Staff: JCS) da davet edebilmektedir.
(...)
Sayfa 53:
1787 Anayasası’nın II. Maddesi’nin 4. Bölümünde, Başkan, Başkan Yardımcısı ve diğer kamu görevlilerinin görevlerini kötüye kullanma, vatana ihanet, rüşvet veya benzeri ağır suçlar işlemeleri durumunda “impeachment” yoluyla görevlerine son verilmeleri öngörülmüştür.
(...)
Sayfa 54:
Richard Nixon olayında ise Adalet Komitesi suçlamayı önerdiği halde Temsilciler Meclisi’nde bu konuda bir oylama yapılmadan Nixon’ın kendisi istifa etmeyi tercih etmiştir.
Bu mekanizmanın önemi, özellikle yetkilerini aşırı zorlayarak geniş bir şekilde kullanmaya ve Kongre’yi de bu süreçte dışlamaya çalışan Başkan’lara karşı Kongre’nin harekete geçmesi esnasında anlaşılmaktadır.
Başkan Johnson zamanında sözkonusu olan Vietnam dolayısıyla yapılan oturumlarda (hearings), Watergate olayı ve Nixon yönetimi sırasındaki impeachment oturumları ve Reagan yönetimi sırasında İran–Contra hearingleri Kongre’nin şayet Başkan’ın bir yolsuzluğu veya görevini kötüye kullanması sözkonusu ise nasıl harekete geçtiğini gösteren örneklerden birkaç tanesidir.
(...)
Sayfa 59:
Anayasa’da öngörülen değişiklik önerileri de “Joint Resolution” ile yapılmaktadır.
Böyle bir durumda “Joint Resolution” Kongre’nin her iki kanadından üçte iki çoğunlukla geçtikten sonra teklif doğrudan onay için Eyalet Meclisleri’ne gönderilmektedir.
Anayasa değişikliği teklifi eyaletlerin dörtte üçünde (38 eyalet tarafından) onaylandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.
(Anayasa’da 1789’dan bu yana 26 değişiklik yapılmıştır.)
(...)
Sayfa 76:
Savaş ilanı yapılarak başlatılan savaşların, tarihe bakıldığında da gerçekte sık başvurulan bir uyarlama olmadığı görülüyor.
Bu Amerika için de geçerlidir.
Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki kararı da eğer durum gerektiriyorsa, Başkan’ın savaş ilanını beklemek zorunda olmadığı doğrultusundadır. Dolayısıyla, Amerikan tarihinde de 125 tane ilan edilmemiş savaşa rastlanması tesadüf değildir.
(...)
Sayfa 78-79:
Başkan Nixon, sözkonusu “Savaş Yetkisi Kararı”nın veto ettiyse de, Kongre’nin her iki kanadı tarafından da büyük bir çoğunluk ile (Temsilciler Meclisi’nde 135’e 284 oyla Senato’da ise 18’e 75 oyla) veto geri çevrildi (ovverride edildi). Kararın özü şuydu: Kongre aldığı bu kararla Amerika’yı bir çatışmaya sokabilecek olan asker gönderme gibi önemli kararın Kongre Başkanı’nın birlikte alması gerektiği üzerinde durmaktaydı.
“Savaş Yetkisi Kararı”na yöneltilen eleştirilerde üzerinde durulan en önemli nokta, bunun Anayasa tarafından verilen yetkilerin geri alınması anlamına geldiği şeklindeydi.
Fakat bu karar özü itibariyle Başkan Eisenhower tarafından uzun zamandır zaten kabul edilmekteydi.
(...)
Sayfa 85:
Başkan’ı Etkileyen Faktörler!
Başkan, dış unsurlar, Siyasal Partiler, Lobiler, Kamuoyu, Kongre, Yürütme Birimleri.
(...)
Sayfa 86:
WASP!
(...)
Sayfa 101:
Kennedy’ye göre, kendisi, silahlı kuvvetlerin Başkomutan’ı olarak Sovyetler Birliği’nin Küba’dan füzeleri çekmesi için ne gerekiyorsa yapılması konusunda tam yetkiye sahipti.
(...)
Sayfa 105:
Başkan’lar, özellikle seçimlere yaklaşıldığı sıralarda bu tür dış operasyonları bir yeniden prestij kazanma yolu olarak görmektedirler.
(...)
Sayfa 105:
Körfez Krizi öncesinde 1989 yılında yapılan bir araştırma Bush’un seçildiğinin ilk yılı olmasına karşılık Nixon’ın ikinci defa seçilmesinin arkasından gelen Watergate skandalıyla düşen prestiji bir tarafa bırakılırsa o ana kadar gelmiş bütün Başkan’ların ilk yıllarıyla karşılaştırıldığında gerek kamuoyunda gerekse Kongre’deki prestijinin çok düşük olduğunu ortaya koymuştur.
(...)
Sayfa 119:
1947’de kurulan “Savunma Bakanlığı” “Department of Defense” yani kısaltması ile “DoD”! Dış politika sürecinde en etkili organ DoD (Pentagon)!
(...)
Sayfa 120:
Savuma Bakanı, Başkomutan Yardımcısı konumunda bulunuyor.
“DoD” bu durumuyla tüm askeri birliklerin eşgüdümünü ve birlikte hareket etmesini sağlamaktadır.
Bu bakanlığın bünyesinde kara, deniz ve hava gücünün yanında Genelkurmay Başkanlığı da bulunmaktadır.
(...)
Sayfa 120:
“DoD” içinde 1970’lerde, iki alt birim oluşturulmuştur.
Bunlar, Savunma haberalma Dairesi (Defense Intelligence Agency) ve Savunma Bakanı ofisidir (Office of Secratery of Defence).
(...)
Sayfa 125:
Ulusal Güvenlik Danışmanı!
Başkan’ın ulusal güvenlikle ilgili konumlarda bir yardımcıdan yararlanması geleneği Başkan Kennedy ile başlayan bir uygulama olup ondan sonra gelen Başkan’lar tarafından da devam ettirilmiştir.
Diğer kabine üyeleri Senato’nun onayından sonra göreve başlarken, Başkan’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı için böyle bir koşul bulunmuyor.
Ulusal Güvenlik Danışmanı NSC’nin çalışmalarını koordine etmektedir.
Zamanla Dışişleri Bakanlığı’nın ağırlığı NSC’ye ve Dışişleri Bakanı’nın önemi de Ulusal Güvenlik Danışmanı’na kaymaya özellikle Nixon ve Ford yönetiminde Ulusal Güvenlik İşleri Danışmanı olan Henry Kissinger zamanında NSC, Dışişleri Bakanlığı’nı gölgede bırakacak kadar önem kazanmıştır.
Kissinger, Ulusal Güvenlik Konseyi toplantılarının üyelerinden olmadığı halde toplantılara sürekli katılmaktaydı.
(...)
Sayfa 127:
ABD’de istihbarat alanında faaliyet gösteren tek birim yalnızca CIA değildir. NSA, USIA, DIA...
(...)
Sayfa 160:
1869’da, lobiler için meclis koridorlarında dolaşan “pullu yılanlar” benzetmesi yapıldı.
(...)
Sayfa 188:
Kamuoyu nasıl oluşur?
Baskı grupları ve lobiler:
Dolaylı olarak kamuoyu şu araçlar üzerinden oluşur: Radyo ve televizyon, gazeteler & dergiler, reklamlar, kitap ve diğer yayınlar.
Doğrudan ise kamuoyu şu araçlar üzerinden oluşur: Kongre, Yürütme, yüzyüze, telefon, e-mektup, oturumlara katılma, kampanyaları destekleme.
(...)
Sayfa 213:
Aslında bu kişiler hükümette görev yaptıkları süre içinde de bu firmalarla bağlantıları olan ve onlar adına içerden lobi (insider lobi) yapan kişilerdi.
(...)
Sayfa 260:
Yunan lobisi de İsrail lobisi kadar olmasa da Amerika’daki etkili lobiler arasında sayılmaktadır.
(...)
Sayfa 273:
Ermeni lobisi, çok iyi organize olmuş bir lobi olarak, hem Kongre ile ilişkileri hem de “grass roots/halkla ve medya ile ilişkiler” faaliyetini başarılı bir şekilde büyük bir ciddiyetle yapmaktadır.
Ve...
Son olarak...
Bu kapsamda, bir anektod:
Carl Philipp Gottlieb von Clausewitz (1780-1831), Prusyalı general ve entelektüel.
Clausewitz'in en ünlü eseri "Savaş Üzerine"dir.
Eseri okumuş olmak öyle bir otorite hissi yaratır ki, Hitler bu durumu generallerle tartışması sırasında şu sözlerle dile getirir:
"Ben Clausewitz'i okudum, sizden öğrenecek bir şeyim yok!"
Hasılı:
Erdoğan'ın hangi kitabı okuduğu ortada.
Hocası "Sıfır Soruncu" Davutoğlu"nun "Stratejik Kepazalik" eseri mukaddem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder