Kitabın adı: BAŞIMIZA ÇUVAL GEÇİRENLER
Yazarı: Prof. Dr. Mahir Kaynak
Truva Yayınları, 2006
1. Baskı Ocak 2006
12,50 TL
256 sayfa
(...)
Sayfa 9:
Neo Con’lar, Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde yapacakları operasyonlarda, Türkiye’yi yanlarına alarak İslam karşıtı görüşünden kurtulmak istiyorlar.
(...)
Sayfa 21:
Yugoslavya din destekli etnik bir farklılaşma sonucu tarih sahnesinden çekildi.
Kuzey ve Güney Kore’yi ayıran sebep ise bunların hiçbirine benzemiyor.
Dünya üzerindeki güç dengeleri fotokopi cihazından çıkmış kadar birbirine benzeyen insanlardan oluşan bir halkı iki devlete ayırdı ve birbirlerinin amansız düşmanı haline soktu.
(...)
Sayfa 22:
Yeni bir devlet ve ulus tanımına ihtiyacımız var.
(...)
Sayfa 22:
Rusya tehditlere karşı koyabilecek güçte olduğunu ilan etmektedir.
(...)
Sayfa 23:
İslam coğrafyası ameliyat masasına yatırılan bir hastaya dönüştürülecek, tepkisiz ve güçsüz bu vücut yeniden şekillendirilecektir.
(...)
Sayfa 24:
Mesela bir ulusu “geleceğe ait tasavvurları aynı olan ve birlikte yaşama iradesine sahip insanlar” olarak tarif edebilir miyiz?
(...)
Sayfa 26:
ABD’nin dünyadaki petrol kaynaklarını kontrol etmek istediğini de kabul edemem.
(...)
Sayfa 27:
Türkiye’nin Irak’a asker göndermesi gerekiyor.
Ama burada istikrar sağlayabileceğimizi ve böylece süregelen kaosu engelleyebileceğimizi zannetmek aşırı bir iyimserlik olur.
Tavrımız iyiyi değil daha az kötüyü seçmekten ibarettir.
Çünkü alternatifimiz ciddi bir ekonomik bunalımdır ve bunun ülkeye vereceği zarar daha büyük olur.
(...)
Sayfa 29:
Türkiye’nin geleceği geçmişiyle tanımlanmaktadır.
Yani ülke hakkında düşünenler, yeni hiçbir model ileri sürmeden, geçmişin ihyası veya koruması peşindeler.
Bazıları Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına atıf yaparak, bu çerçeveden her sapmanın ülkeyi yok edeceğini savunmakta, daha ileri giderek farklı olan her şeyi ihanet telakki etmektedir.
İslamcı kesim, somut projeler yerine, İslam’a dönüşüm gerekli ve yeterli olacağı iddiasındalar.
Herkes, aralarındaki büyük zaman farkına rağmen, geçmişin korunması gerektiğinde hemfikir.
(...)
Sayfa 29:
1923’te kurulan denge, o günün şartlarını yansıtmaktadır ve bugün hiçbir anlamı kalmamıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nın galibi olan İngiltere’nin biçimlendirdiği yapı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Avrupa’da değişti.
Bölgemizde egemenlerde değişiklikler olmasına rağmen sınırlar eskisi gibi kaldı.
(...)
Sayfa 47:
“Sana piyangodan para çıkmadığı için bilmiyor olabilirsin.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları aslında birer çekilişti ve bu prenslere en büyük ikramiye çıktı.
Onlar da bunları kullanıyorlar.”
(...)
Sayfa 63:
Kahraman, lider bir ülkenin varlığının teminatıdır.
(...)
Sayfa 65:
Halk kendi şarkısını söylemez.
Duyduğunuz ses yönetenlerin sözlerinin bir yankısıdır.
Sözleriniz yankılanacak dağın doğasına uygun olmalıdır ve bu ses sizin sesiniz olmalıdır.
(...)
Sayfa 71:
Mesela, SSCB’nin dağılmasında ve Rusya’nın dünya üzerindeki yeni konumunun belirlenmesinde Rus gizli servisinin başrolü oynadığı, değişimin onlar tarafından planlandığı söylenebilir.
(...)
Sayfa 84:
Benim analiz metodumun farklı olduğunu ve etkileri değil, tepkileri incelediğimi tekrarlar dururum.
(...)
Sayfa 90:
Adam önünü görmüyordu, çünkü bakmıyordu.
Hep gelecekle ilgilendi.
“Göklerde sitare arayan turfa müneccim, gafletle görmez kuyuyu rehgüzerinde” sözü sanki onun için söylenmişti.
(...)
Sayfa 95:
İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın İsrail karşıtı sözleri ilk bakışta anlamsız gözüküyor ve İsrail’in tümüyle Avrupa’ya taşınması gibi imkansız çözümler ileri sürüyor.
Bu sözler, bir projeden çok, bir tavır olarak anlaşılmalı ve önümüzdeki dönemin taraflarını belirlemek için kullanılan sloganlar olarak kabul edilmelidir.
İsrail’e bu ölçüde sert bir tavır alan İran’ın, onu destekleyen ya da onun tarafından desteklenen ülke ve gruplara karşı anlayış göstermesi beklenemez ve asıl hedef Kuzey Irak’taki Kürt oluşumudur.
Bu tavır, Kürtler’in İsrail’le ilişkilerini kesmek amacını taşımakta, aksi halde olumsuz bir tavır sergileneceği ifade edilmektedir.
Buna karşılık ABD ve İsrail kanadı nükleer silah yaptığı iddiasıyla İran üzerinde baskı uygulamaktadır.
(...)
Sayfa 97:
Yetimhanedeki çocuklar gibiyiz.
Var olduğumuzu, unutmadığımızı başımızın okşanmasıyla anlıyoruz.
İsteklerimiz, çikolata ve oyuncaktan öteye gitmiyor.
(...)
Sayfa 114:
Yabancı servislerin rolü olduğu söylenen birçok gözden düşürme ve itibarsız kılma operasyonu da devletin ilgisini çekmemiştir.
CHP, böyle bir operasyon karşısında devletin ilgili kurumlarına haber vermekle yetinmeli ve operasyonun durdurulması onların işi olmalıydı.
(...)
Sayfa 116:
Herhangi bir Avrupa ülkesi bölünme, dağılma, yok olma endişesi taşımazken Türkiye neden diken üzerinde oturuyor?!
(...)
Sayfa 117:
Adalet ve Kalkınma Partisi içerde “derin devlet” adıyla sembolleştirdiğimiz güçlerle ihtilaflı!
Hatta başbakan bu partinin iktidara gelmesinin bir rejim sorunu haline gelebileceğini açıkça ifade ediyor.
Parti güvenceyi dışarda arıyor.
1980 darbesi sonrasında da aynı durumu gözlemleyebiliyoruz.
Turgut Özal partisini kurmak için dış desteklerden yararlanıyor.
İşin ilginç yanı “derin devlet” dışarıyla ihtilaf halinde değil.
Hatta her ikisini destekleyen dış dinamikler tamamen aynı.
(...)
Sayfa 133:
Eğer Ofer’in özelleştirmedeki rolünü irdelerseniz alacağınız cevap hazır!
(...)
Sayfa 136:
Ulusalcıların “ülke elden gidiyor” demelerine de büyük bir katılım yok ana hiç kimse yönetimin işleri doğru yürüttüğünden emin değil.
Heyecan yerini giderek sessiz bir tedirginliğe bırakıyor.
(...)
Sayfa 142:
Türkiye’deki kamplaşmanın geçmiştekine benzemediği ve ayrışmanın ulusalcılarla küreselcilerin iddialarıyla oluştuğu gözleniyor.
(...)
Sayfa 150:
Kemal Derviş ekonomiyi yeniden dengeye getirmekten çok bu inanç sisteminin misyoneri gibi davranmıştır.
(...)
Sayfa 162:
Türkiye’deki tüm darbeleri sahayı iyi gören yerlerden seyrettim.
(...)
Sayfa 175:
İsmet İnönü beğenilen bir politikacı değildi ama güvenilirliğinden şüphe edilmezdi.
Onun varlığı bir teminat olarak bir kenarda tutulur ve halk daha rahat yaşamayı vadeden partilere yönelirdi.
Menderes ailesi en zor gününde, onun desteğini almaya çalışmıştı.
Bu onun, siyasi yönünün dışında, güvenilir olduğunun bir işaretiydi ve yardım edememesi kötülüğüne değil çaresizliğine bağlanmışlardı.
Zaten “sizi ben bile kurtaramam” derken kendini aşan güçlerin olduğunu itiraf ediyor ve zayıflığını itiraf etmeyi güvenilmez olmaya tercih ediyordu.
(...)
Sayfa 177:
Bugün ülkemizin en aymaz takımı para hırsına teslim olanlardır ve çaldıklarını yiyebilecekleri bile şüphelidir.
Ama bu kişilerin verdikleri en büyük zarar kendilerini ve temsil ettikleri düşünülen grupları işbirliğine değer olmaktan çıkarmalarıdır.
Bu bir ahlak sorunu olmaktan çıkmış ülkenin geleceğini etkiler hale gelmiştir.
(...)
Sayfa 178:
Bu nedenle, (Hilmi) Özkök’ü bir alternatif olmaktan çıkarmak isteyenlerin onu destekler görünen ve süresinin uzatılmasını teklif edenler olduğunu düşünüyorum.
(...)
Sayfa 179:
Orhan Pamuk olayı bir sorunu çözmek yerine nasıl yüzümüze gözümüze bulaştırdığımızı gösteriyor.
Eğer, Pamuk’un sözleri, söylenen birçok şeyin arasına karışsa ve mahkeme aşamasına gelseydi, dünyanın ilgisini çekmezdi ama biz aşağılandığımızı düşünüp bunun karşılıksız kalmaması gerektiğine karar verdik.
(...)
Sayfa 183:
Biz, Birinci Dünya Savaşı’nda, yenilenlerden biri değildik.
Yenilen Osmanlı’ydı ve bu yenilgi bizi ilgilendirmiyordu.
Biz kazananlardan biriydik.
Üstelik, zaferimizi destekleyecek bir altyapımız, ekonomik gücümüz de yoktu.
Savaş, sadece bir ruhla ve önderlikle kazanılmıştı.
(...)
Sayfa 193:
Gerçekte ABD, Kürt devleti için değil Kürt kimliği için uğraş vermektedir.
Bu kimlik Irak’ta bölünmenin, İran’a müdahalenin gerekçesi olacaktır.
Türkiye için Kürtler, bu aşamada sadece bir tehdit ve kontrol aracı olarak düşünülmektedir.
(...)
Sayfa 197:
Bunun yanında egemen gücün kim olduğu da stratejik önemi etkiler.
Mesela, Boğazlar, Avrupa egemen güç, Rusya karşıt güç olduğu zaman stratejik açıdan çok önemliyken, ABD’nin egemen güç olduğu dönemlerde bu önem azalır.
(...)
Sayfa 217:
Terör örgütü İran, Suriye, Kuzey Irak’taki Kürt oluşumuyla çatışma halindeyken ve ABD terör örgütü ilan edip tedbir almayı düşünürken neden kendi ölüm fermanı anlamına gelecek olan bir yola saptı ve Türkiye ile çatışmaya girişti?
Aklı olan biri bunu yapar mı?
(...)
Sayfa 229:
Bugün görünenin aksine, Rusya ile Çin yakınlaşması yerine, Alman–Fransız ekseninin Rusya’yla yakınlaşması beklenir.
(...)
Sayfa 233:
Mesela ABD’deki demokratlarla Rusya’daki Yeltsin ekibini bir taraf, Bush ve Putin ekibini diğer taraf olarak tanımlarsam çok mu uçuk bulursunuz?
(...)
Sayfa 233:
Yeni devlet anlayışı birbirine benzer insanların oluşturduğu ulus temeline dayanmayacak, yani halk devleti değil devlet halkı tanımlayacaktır.
(...)
Sayfa 245:
Oysa, ordu “güç”ü, istihbarat ve siyaset “akıl”ı temsil eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder