Kitabın adı: Fatih Altaylı ile Teke Tek
Kitabın Yazarları: Hüseyin Latif, Bilge
Demirkazan, Mireille Sadege
Bizim Avrupa Yayınları
Birinci Baskı: Kasım 2005
168 sayfa
2 TL
(...)
Arka Kapak:
Teke Tek'te hep o sorar ve karşısındakiler
yanıtlardı.
Bu sefer Teke Tek'te koltukların yeri
değişti.
Tabii ki onunla baş etmek için karşısına üç
kişi olarak oturduk.
Herkes onu sivri dilliliği, kavgacı kişiliği ile
tanıyordu.
Biz ise onu modern, bilgili, biraz stresli
biraz da düşünceli bulduk.
İyi eğitim almış, görgülü biri olduğu her
halinden belli oluyordu.
Bu kitapta bir medya devini okuyacaksınız.
Ne pahasına olursa olsun, sözünü
sakınmadan söyleyen, bir toplantı
sırasında Hürriyet gazetesi Genel Yayın
Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün, "Kim
benden sonra bu koltuğa oturmak istiyor?"
sorusuna "Ben" deme cesaretini gösteren,
Türkiye'nin en büyük medya patronu
Aydın Doğan'a ayrılırken "Fatih, çok fena
oluyorum, sen git!" dedirten de yine o.
Kamuoyunun son aylarda kendisinden en
çok söz ettiren ismi Fatih Altaylı dünyayı
nasıl yorumluyor, Türkiye'ye nasıl
bakıyor;
evde yemek pişirir mi, hangi konularda
muhafazakar?
Hepsi çok açık, sansürsüz olarak bu
kitapta.
"Fatih Altaylı ile Teke Tek" aynı zamanda
bir ders kitabı; üniversitelerin uluslararası
ilişkiler bölümünde, iletişim
fakültelerinde
okutulacak, tartışılacak bir kitap. "Ben
gazeteci olmak istiyorum" diyenlerin,
Türkiye'yi anlamak isteyenlerin kitabı.
Hayatta dik bir duruş var ise o dik
duruşun
bir maliyeti vardır ve ben o maliyeti ne
pahasına olursa olsun ödemek
zorundayım.
(...)
Sayfa 11:
Transferin Perde Arkası-I
(...)
Sayfa 13:
Nitekim Aydın Bey'e, "Geleceğimle ilgili
kararı sizin aile meclisinde aldırmam. Ben
kararlarımı kendim alırım" dedim.
Ve bırakıp çıktım.
(...)
Sayfa 13:
Bir kuruş transfer ücreti almış değilim.
Bırakın bahsedilen o milyon dolarları yani
bir lira almış değilim.
Vatan Gazetesi'nin yazdığına göre kırk beş
elli milyon dolar para almışım.
Keşke alsaydım, almayı isterdim ama
böyle
bir para vermediler.
Tam aksine gelirimde bir düşüş oldu.
Yani Sabah Gazetesi'nin maaş profili son
dönemde Hürriyet'e ve Kanal D'ye oranla
biraz daha düşük olduğu için gelirimde
ciddi bir düşüş oldu.
Ama bunu Türkiye'de, özellikle
medyadaki
insanlara anlatmak çok zor.
(...)
Sayfa 14:
Onu bırakın.
Hürriyet Gazetesi'nden geçmişte bir ev
almak için kredi almıştım.
Gazeteden ayrılırken, onun parasını
ödemek için şu anda evi satıyorum.
Yani Hürriyet'e borcumu ödemek için
evimi satmak zorunda kalıyorum.
Milyonlarca dolar transfer alan biri,
herhalde gazeteye borcunu ödemek için
evini satmak zorunda kalmazdı; insanların
bunu anlamaları güç tabii.
Hayatta bir dik duruş var ise o dik
duruş'un bir maliyeti vardır ve ben, o
maliyeti ne pahasına olursa olsun ödemek
zorundayım.
(...)
Sayfa 15:
Ve en sonunda Aydın Bey'e vedalaşmak
için gittiğim zaman bana "Turgay'dan kaç
lira alacaksan aynısını sana vereyim" dedi.
"Ben Turgay Bey'den bir lira almadım"
dedim.
Sahiden öyleydi.
(...)
Sayfa 18
Soru: Hürriyet'ten uzaklaştırmak için
olamaz mı?
Cevap: Böyle dedikodular oldu.
Benim AKP ile yakın olduğumu, Aydın
Doğan'ın da AKP'ye yakın bir politika
izlediğini düşünenler oldu ama ben
AKP'ye
o kadar da yakın değilim.
Kısacası yerimin Hürriyet'te sağlam
olduğunu düşünüyordum, iyi anlaşıyorduk.
(...)
Sayfa 18:
Şöyle ki: Benim birçok yerde kilit
pozisyonlarım vardı.
Neredeyse gurup içerisinde gurup haline
gelmiştim.
Bir adama bu kadar fazla bağımlı olmak
belki patronu rahatsız etmiş olabilir.
Hürriyet'te köşe yazarı, yayın yönetmeni
adayı, Kanal D'de yayın yönetmeni, icra
kurulu üyesi, radyoların başında.
(...)
Sayfa 19:
Başıma gelen bir olayı anlatayım:
Cem Uzan'la benim aramdaki sorunu
bütün
Türkiye biliyor.
Uzan Grubu'nun ipliğini pazara çıkaran
adam benim.
Buna mukabil, emniyet'ten bize Cem
Uzan eşiyle, babasıyla yapmış olduğu
telefon görüşmelerinin kayıtları geldi.
Ailevi meseleler yani.
İş ile ilgili ya da Türkiye'nin maruz kaldığı
ekonomik skandallarla ilgili bir şey
konuşmuyorlar.
Bizim muhabir arkadaşlar, polisten alıp
bana getirdiler.
"Ağabey bunu polisten aldık,
yayımlayabilir miyiz?" diye sordular.
"Çocuklar bu kaseti hemen yok edin"
dedim.
Yani bu bizimle alakalı bir şey değil, adam
karısıyla konuşuyor bize ne!
Böyle bir kaseti dinlemek ayıp.
Bu ahlaka aykırı bir durum.
Ve ben kaseti çöpe attım.
Fakat bazı gazeteler bunları yayımladı.
(...)
Sayfa 19:
Yine örnek veriyorum:
Sevdiğim bir dostum ve iyi bir gazeteci
olan Sedat Ergin, kendi telefon
konuşmalarını basına yansıdı diye, İçişleri
Bakanı Meral Akşener hakkında dava açtı
ve bundan duyduğu rahatsızlığı defalarca
dile getirdi.
"Benim özel hayatımı yayınladınız, benim
mahremime girdiniz, benim telefon
konuşmalarımı dinlediniz ve bunu
yayınladınız" diye mahkemeye verdi ve
Meral Akşener karşısında o zamanın
parasıyla çok büyük tazminat kazandı.
Fakat aynı Sedat Ergin döndü, şimdi
ismini hatırlamadığım bir sanatçının
yaptığı telefon konuşmalarını bire bir
yayınladı.
Hani ülke güvenliğiyle ilgili olur, çok
önemli olur, belki olabilir de ama ben
bunu yapmam.
Yapmadım da!
(Fatih Altaylı Levent Kırca polemik: Sen
Yalakasın, Salaksın!
"F. Altaylı: Beni arayarak "Sen rahatsız
olacaksan bu ilanı almayız" diyen gazeteci
dostum Zaman Gazetesi Genel Yayın
Yönetmeni Ekrem Dumanlı'dan başkası
değil."
(...)
Sayfa 21:
Ben ayrılırken Ertuğrul Bey ağladı.
(...)
Sayfa 21:
O kalktığı gün yerinde dostu olan Fatih
Altaylı'yı veya çok sevdiği Sedat Ergin'i mi
görmek ister, yoksa alakasız birini mi?
Ve O, koltuktan kalktığı zaman da
Hürriyet'te yazmaya devam etmek istiyor.
O zaman Sedat veya benim de Hürriyet'in
başında olmamız Ertuğrul Bey'in işine
gelir.
(...)
Sayfa 22:
Tarafsız gazeteci yoktur, tarafını saklayan
gazeteci vardır.
Bu çok çok daha tehlikelidir.
(...)
Sayfa 23:
Mesela çok etkili demeyeyim ama önemli
görünen bir köşe yazarının Başbakan'a
koltuğunun altında patronuna ait bir
şirket dosyasıyla gittiğini ve Başbakan'ın
kendisine: "Bu şekilde gazeteye Genel
Müdür mü oldunuz?" diye alay edip,
kapıdan dışarı yolladığını da biliyorum.
(...)
Sayfa 25:
Bana Mustafa Koç, "Yanlış bir şey olduğu
zaman ilgili bakanlığa telefon açıyoruz,
hemen bürokratlarla bizim arkadaşları bir
araya getiriyorlar, hatalı bir şey varsa
düzeltiliyor" dedi.
Bir iş yapmaya çalışan, yol açmaya çalışan
bir Hükümetimiz var.
İdeolojik olarak yanımızda değiller; illa
Türkiye'yi bizim ideolojimizdeki insanlar
yönettiği zaman mı biz bravo diyeceğiz?
(...)
Sayfa 25:
Bugün insanca yaşayacak parayı kazanmak
ve gazetecilik yapmak için gazeteciliğe
girdim.
Bugün insanca yaşanacak parayı
kazanıyorum.
Hatta fazlasını kazanıyorum.
Allah'a çok şükür.
Ama patron olmak gibi bir niyetim hiç yok.
(...)
Sayfa 26:
Soru: Bu arada kolunuzdaki şu meşhur
saat mi?
Cevap: Evet meşhur saat bu.
Bende elli tane kol saati var.
Turgay Bey'in de bana saat hediye
etmesinin sebebi o.
Ben saat piyasasını yakından takip ederim.
Saat ve otomobil manyaklığı var bende.
(...)
Sayfa 26:
Yüz on bin euro değerinde olduğu yalan.
Patek Philippe'in yüz onbin euro
değerinde bir saati yok.
15-20 bin euro civarlarında bir şeydir
herhalde.
(...)
Sayfa 26:
Ne yapacağız yani, tek taş pırlantalar,
küpeler takacak halim yok.
Saatlerle idare ediyorum.
(...)
Sayfa 39:
Yani, Fransa'da Sarkozy gibi politikacılar
eğer birtakım hedefleri gerçekleştirme
konusunda samimilerse Türkiye'siz bunu
yapamayacaklarını bilmeleri lazım.
Fransa bugün, en çok İran'la ilgileniyor.
İran üzerinde söz sahibi olmak, İran'la
ilgili birtakım projelerin
gerçekleştirilebilmesi için Türkiye lazım.
(...)
Sayfa 40:
Bugün Ukrayna'nın Fransa'ya veya
Almanya'ya Türkiye'den daha çok
benzediğini Ukraynalıların gelenek,
görenek, tipi tarz, kent yapısının
Avrupa'ya daha çok benzediğini ben de
kabul ederim.
(...)
Sayfa 41:
Zaten Avrupa'nın içerisinde Ukrayna'dan
yirmi tane var.
Fransa'nın içinde beş tane Ukrayna var.
Ukrayna ne katacak?
Ama Türkiye bir şeyler katacak onlara.
(...)
Sayfa 45:
Hatırlarsınız Abdullah Öcalan
yakalandıktan sonra çöktü, yargılandı.
Ve birdenbire İmralı'daki arkadaş haline
geldi.
Hem istihbaratın hem Türk askerinin
kontrolündeydi.
Örgütle bağlantısı, verdiği mesajlar
Türkiye'nin istediği, örgütü pasifize
etmeye, tansiyonu düşürmeye yönelikti.
Ancak Avrupa Birliği sürecinde idam
cezasının ortadan kalkmasıyla beraber
Abdullah Öcalan'ın tavrında değişiklik
oldu.
Büyük ihtimalle can korkusu gitti ve uzun
bir süreç içinde serbest kalabileceği,
hatta örgütün başına tekrar geçebileceği
inancına kapıldı.
Bu işin bir tarafı.
Diğer tarafta uzun süredir yazdığım
Kürdistan gerçeği var.
(...)
Sayfa 46:
Çünkü 1 Mart Tezkeresi Türkiye tarihi
açısından çok önemliydi.
Bu tezkerenin geçmesine onay verilmesi
gerektiğini söyledim; çünkü...
(...)
Sayfa 53:
Soru: Fatih Bey, Kara Kuvvetleri Komutanı
ne demişti?
Cevap: "Türkiye giderek Filistin oluyor"
demişti.
Talihsiz bir benzetme olduğunu söylemek
mümkün.
Çünkü Filistin dediğiniz zaman iki ayrı
toplum, işgal edilmiş topraklar, bir tane
hukuksuz bir devlet, bir tane de devletsiz
bir hukuk söz konusu, oldukça karışık.
Türkiye'ye benzetmek hiç doğru değil.
Türkiye'yi Filistin'e benzettiğiniz zaman
Türkiye'nin Güneydoğusu ile ilgili ve
kurulmakta olan Kürdistan devleti ile ilgili
sıkıntılar ortaya çıkar.
Türkiye haklı taraf olduğunu anlatamaz.
(...)
Sayfa 54:
Bugün Orgeneral Özkök'ün orduyu
getirmiş olduğu konum aslında
demokratik ülkelerde ordunun olması
gereken pozisyon.
Hatta demokratik ülkelerde Genelkurmay
Başkanı'nın adı bile bilinmez.
Fransa vatandaşının yüzde doksanı bilmez.
Ama Türkiye'de ise siyasetin önemli
aktörlerinden biri olarak tanınır.
(...)
Sayfa 56:
Türkiye'den baktığınızda "Vay efendim
emniyet'te kadrolaşıyorlar" deniyor.
Emniyet'te zaten elli senedir kadrolaştılar.
Ne oluyor işte Fethullahçı gidiyor da
Süleymancı geliyor, sadece içindeki
nüans'lar değişiyor.
Yoksa milli eğitimdeki kadrolaşma
1970'lerde başlamış, birtakım ideolojik
kadrolar eğitimden geçirilip öğretmen
yapılmış ve bunların önü açılmış.
Türkiye'de iktidarın sırtındaki ciddi bir
yük olan imam hatipler meselesi var.
(...)
Sayfa 56:
Ben geçen günkü yazımda da yazdım,
polis Hizb-ut Tahrir örgütünü
hoşgörüyorsa, yıllardan beri hoşgörüyor.
Hizb-ut Tahrir Güneydoğu kökenli, radikal
İslamcı ve terör yanlısı bir örgüt.
Bunların militanları geçen cuma günü (2
Eylül 2005) Fatih Camii'nde bir eylem
yaptılar, polisin buna gösterdiği hoşgörü
eleştirildi.
Polis her zaman hoşgörü gösterdi, 10-15
sene içerisinde 50 tane böyle eleştiri
vardır.
(...)
Sayfa 56:
Bu örgüt beni iki kez öldürmeye çalıştı.
Birinde polisin dayatmasıyla Türkiye'yi
terk etmek zorunda kaldım.
"Gidin" dediler.
Mecburen iki ay Amerika'da kaldım.
Soru: Hangi tarihte?
Cevap: 1997
(...)
Sayfa 57:
TÜRKİYE MUHAFAZAKARLAŞIYOR MU?
Bunların kadroları aynı, kadrolar arasında
fark yok.
Abdülkadir Aksu ANAP'ta yıllarca bakanlık
yaptı.
ANAP'tan içişleri bakanlığında en çok
kadrolaşma yapan bu adam.
Aynı kadrolar AKP'den kadrolaşma yaptı.
Diğer bir kadrolaşma iddiası milli eğitim
bakanlığında.
Bu adam TBMM'ye DYP'den girmiş, adam
DYP'de zararsız da, AKP'de mi zararlı?
(...)
Sayfa 57:
Soru: Ama sağın nüans'ları var.
Cevap: Değişim öyle nüanslarda oluyor,
çok fark yok ki.
Bugünkü hükümette birçok bakan
Anavatan'dan...
Cemil Çiçek, Anavatan'dan...
(...)
Sayfa 60:
Anayasa Mahkemesini ortadan
kaldıramazlar.
Herkes bir şey isteyebilir ama yapılır
yapılmaz.
Şimdi Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili
Haşim Kılıç tartışılıyor.
(...)
Sayfa 61:
Bu hükümet iktidarda 10 sene kalırsa
Anayasa Mahkemesi'ni değiştirebilir; ama
hemen yapamaz.
Gerçi değiştiremezler ya, diyelim ki 10
sene iktidarda kaldı, değiştirdi.
Yeni Anayasa Mahkemesi varolan
Anayasa'yı yok mu sayacak?
Hayır böyle bir Anayasa yok, ben buna
inanmıyorum mu diyecek?
Yerine Kur'an-ı Kerim mi koyacak?
(...)
Sayfa 61:
Mesela; Bush Amerika'yı mahvetti, rezil
etti, ama bir tane psikopat her zaman
çıkabilir.
(...)
Sayfa 66:
Soru: İstanbul'daki trafik sorunu nasıl
çözülür?
Cevap: Dünyanın bütün büyük
metropollerinde trafik sorunu var.
(...)
Sayfa 69:
ÖZELLEŞTİRME BİR HATA MI?
(...)
Sayfa 72:
Niye beni işten çıkarıyorlar, onu işten
çıkarmıyorlar?
Yarın Sabah gazetesinin işleri kötü gitse,
yazılarım okunmasa beni kapıdan atarlar,
onu niye atamıyorlar?
Üstelik benim maaşımı Turgay Ciner, onun
maaşını devlet veriyor.
Onun ne hakkı var bunu yapmaya?
(...)
Sayfa 75:
MEDYANIN YABANCI SERMAYEYE AÇILMASI
(...)
Sayfa 76:
İşte Asil Nadir, hem sanayi yatırımları
vardı hem medyası vardı adamı
paramparça ettiler.
(...)
Sayfa 76:
Turgay Ciner'e sordum, o farklı açıdan
yaklaştı.
Yarın öbür gün çok stratejik meseleler
olduğu zaman nasıl yayın yapacaklarını
bilemeyiz, dedi.
Ben dedim ki, kurumlar kurulur, yargı
yetkileri olur, bunlar gereğini yapar.
Ben Türkiye'de medyanın çeşitlenmesini,
medyaya daha çok sermaye girmesi,
medya kuruluşlarının güçlenmesi, daha
kompetitif olması gerektiğini
düşünüyorum.
Bu herkes için iyi bir şey, reklam veren
için iyi bir şey, televizyon seyircisi için iyi
bir şey, medya çalışanları için çok iyi bir
şey.
(...)
Sayfa 81:
Soru: Siz kaçamak yapıyor musunuz?
Cevap: Hiç yapmam...
(...)
Sayfa 81:
Soru: Toplumda büyük bir sıkıntı var,
erkekler de sürekli kaçamak yapıyor?
Cevap: Kadınlar da yapıyor.
Soru: Evet kadınlar da yapıyor.
Ama Türkiye'de kadınlar yapmadıklarını
iddia ediyorlar.
Cevap: Öyle bir iddiaları yok.
Sadece daha profesyonel yapıyorlar bu işi,
ortaya çıkmıyor.
Soru: Üst kesim kadınlardan mı
bahsediyorsunuz?
Cevap: Hepsi yapıyor, alttakiler de
yapıyor.
Sonra işlenen cinayetleri her gün
gazetelerde okuyoruz.
(Hande Altaylı: Güzel kadının iffetli
olması çok daha zor
(...)
Sayfa 83:
Soru: Çapkın değil misiniz?
Cevap: Değilim.
(...)
Sayfa 86:
Soru: Ulusalcı dediğiniz kesim?
Cevap: Bunun içinde İşçi Partililer de var.
Yekta Güngör Özden gibiler de var,
cumhurbaşkanımız da var.
(Sezer: 'Türk basını ülkeyi kötüye
götürüyor'
(...)
Sayfa 86:
Soru: Amerika'nın Yunanistan'a yaptırım
uygulama gücü yok ki.
Cevap: Niye yok.
Soru: Parasal olarak sıkıntısı yok,
Amerika'ya bağımlılığı yok, güçlü bir
diplomasisi var, Avrupa Birliği'nin de eski
üyelerinden.
Biliyorsunuz ki, Amerika'ya zaman zaman
kafa tutabiliyor.
Rusya ile de iyi ilişkileri var.
Cevap: Fransa da Amerika'ya karşıt tavır
benimsedi.
Ama sonuçta ülkelerin Amerika'yı
küçümsemesi dünya politikasında var olan
bir şey.
(...)
Sayfa 91:
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ
Orada enerji meselesi hakikaten önemli.
(...)
Sayfa 86:
Soru: 50-60 bin asker oraya geldi.
Bizden de bir 50-60 bin asker aşağıya indi.
O elli altmış bin asker, Türk askeri arasına
sıkışmış olacaktı.
Cevap: İşte bu 'Metal Fırtına'da anlatılıyor.
Amerika, Türkiye'de bir operasyon
yapmak istiyorsa yapar.
BM'de aleyhimize girişimler yapar,
siyaseten o bölgede Türkiye'yi sıkıntıya
sokacak adımlar atabilir, Kürtlere silah
verir, Barzani'nin, Talabani'nin elini
güçlendirir.
(...)
Sayfa 104:
TÜRKİYE VE AVRUPA
Avrupa Birliği ile ilgili meselede de bizim
uzlaşmayı sonuna kadar denememiz lazım
ama Avrupa Birliği "Güneydoğu'yu ayrı bir
devlet haline getir" derse o zaman
kalkarız masadan.
Ben Hürriyet'ten ayrıldım ama bir günde
ayrılmadım.
Doğan Grubu ile uzlaşmak için Doğan
Grubu'nun benim dik duruşuma destek
verecek adımları atması için bir buçuk ay
bekledim.
Beklentilerimi anlattım sonra baktım ki
ortada benim geleceğimle ilgili bir mesele
var.
O zaman vurdum kapıyı çıktım.
(...)
Sayfa 105:
Ben çocuğum olmasa, karım olmasa her
halukarda Hürriyet Gazetesi'ne tekmeyi
vurup, kalkar limon da satarım.
Ama sorumlu olduğum insanlar varsa
onları düşünerek hareket etmek zorunda
kalıyorsun.
(...)
Sayfa 109:
Olayları derinliğine araştıracak muhabir
kalmadı, kalanlar da küskün benim
gördüğüm kadarıyla, çünkü buradaki
skalayı daha bilmiyorum ama
Hürriyet'te19-20 senelik muhabirler
1,-1,5 milyar maaş alarak çalışıyorlar.
(...)
Sayfa 110:
Geçen gün burada Doğan Grubu ile Ciner
Grubu arasında bir ücret karşılaştırması
yaptık.
Muhabirler açısından Ciner Grubu daha iyi
durumda, muhabirlere daha fazla para
veriliyor.
Doğan Grubu ise yönetici ve üst düzey
çalışanlara daha fazla para veriyor.
(...)
Sayfa 112:
Şöyle söyleyeyim, kızlardan ötürü sorun
yaşayan çok gazeteci olduğunu biliyorum.
Mesela, Vuslat Sabancı, Hürriyet'te olayı
dengeli götürüyor ama Hanzade Doğan'ın
varlığı, Milliyet'te ciddi sıkıntılar yarattı.
Mehmet Yılmaz onun yüzünden görevden
ayrılmak zorunda kaldı, görevden alındı.
(...)
Sayfa 112:
Ben ayrılırken Aydın Bey'e de, Vuslat
Hanım'a da, Ertuğrul Özkök'ün kıymetini
bilmelerini söyledim.
Çünkü Ertuğrul Özkök dengeleri çok
gözeten bir adam.
(...)
Sayfa 114:
Ertuğrul Özkök'ün, Hürriyet'i, Almanya'da
çıkan Bild gazetesine benzetmek
niyetinde olduğunu biliyorum ama her
ülkenin kendine özgü koşulları var.
(...)
Sayfa 115:
Ama Bild, Almanya'da saygın bir gazete
değil, tirajı çok yüksek; ama paçavra
muamelesi görüyor.
(...)
Sayfa 115:
Soru: Başbakanımız geçenlerde, Kanal
7'nin eski muhabirlerinden Mehmet Akif
Beki'yi Başbakanlık Sözcülüğü'ne atadı.
Onun yerine Fatih Altaylı'yı atasaydı daha
iyi olmaz mıydı?
Zaten o günlerde çalışmıyor gibiydiniz.
Cevap: Çalışmıyor değildim ama...
(...)
Sayfa 116:
Mehmet Akif benim de arkadaşımdır,
yıllardır tanırım ama şu var ki orada daha
iyi bir yaklaşım sergilenebilirdi.
(...)
Sayfa 118:
O günlerde Pakize Suda, Doğan Grubu'nda
çok güçlü olan Uğur Dündar hakkında bir
yazı kaleme almıştı.
Uğur Dündar da, Pakize Suda'ya yazı
yazdırılmaması için hem Aydın Doğan
nezdinde, hem Ertuğrul Özkök nezdinde
girişimde bulunmuştu.
Ben de Ertuğrul Bey ile görüşüp bunu
engelledim.
(...)
Sayfa 120:
Bence Hürriyet'in başyazarı Ertuğrul
Özkök'tür.
(...)
Sayfa 123:
"Türkiye'deki basın özgürlüğü, Avrupa
Birliği ülkelerinin önündedir" yazdığım
zaman bana patron yalakası diye
kızıyorlar ama bu doğru!
(...)
Sayfa 124:
Soru: Türkiye'de demokrasi olmadığı
düşünülüyor.
Ama birtakım uygulamalar aşırı
demokratik.
Fransa'da genel yayın yönetmenleri belli
stajlardan, belli güvenlik
formasyonlarından geçerler.
Ertuğrul Özkök stajdan geçmiş midir?
Cevap: "Evet, Ertuğrul Özkök stajdan
geçmiştir" diye düşünüyorum ben.
(...)
Sayfa 125:
Dedim ki:
"Aydın Bey, ben at suratlı bir adamım.
Akşam insanlar eve yorgun argın
geldiklerinde televizyonda motor gibi
konuşan bir adam yerine güzel bir kadın
görmek isterler."
(...)
Sayfa 126:
MEHMET ALİ BİRAND, KANAL D'NİN BAŞINA
NASIL GETİRİLDİ?
Mehmet Ali Birand tarzı haber yapılırsa
kimsenin izlemeyeceği, haber bülteninin
içinde magazin olması gerektiğini, bunun
Mehmet Ali Birand'a da zarar vereceğini
söyledim.
Ben köşe yazarıyım, köşeli bir adamım.
Haber tarafsız olmak zorunda, ekranda
ben "Uzan" haberi okurken, "Sayın Cem
Uzan" dersem millet bir tarafıyla güler.
(...)
Sayfa 128:
Fakat ben bu haberleri onlardan değil de
bir internet sitesinden öğrenince rahatsız
oldum ve "Ben böyle bir ortamda
çalışmam" dedim.
Ayrılma kararını o gün, yani 19 Mayıs
günü verdim.
(...)
Sayfa 129:
"Aydın Bey bir yola çıkmışsınız,
başlamışsınız, herkesi bir kez daha rezil
etmenin alemi yok.
Mehmet Ali Birand size hayırlı uğurlu
olsun, ben burada yokum" dedim.
Kanal D'de haberlerden sorumlu icra
kurulu üyesi olduğumu söyledi.
Bunların içi boş şeyler olduğunu söyledim
o gün Hürriyet'te yazımı yazmadım.
(...)
Sayfa 130:
Bana daha fazla para vermeyi teklif
ettiler.
"Yüz bin dolar verelim" dediler.
Son güne kadar teklif etmeyi sürdürdüler.
Benim kapımın bunlara kapalı olduğunu,
beni parayla teskin edemeyeceklerini
söyledim.
(...)
Sayfa 133:
Fatih Altaylı başarılı bir isim ama Mehmet
Yılmaz'ın başarıları tartışılır.
(...)
Sayfa 133:
Soru: Siz köşenizi yazıyordunuz
Hürriyet'te, onun için ayrı bir ücret mi
ödeniyor?
Cevap: Hayır, böyle genel bir kontrat
yapılmıyor.
Her kuruluşta ayrı kontrat oluyor,
Hürriyet'le, Kanal D ile, diğer kuruluşlarla
ayrı ayrı kontratlar yapılıyor.
Köşe yazısı için ayrı bir ücret, Kanal D
için, radyolar için ayrı ücret alıyordum.
(...)
Sayfa 135:
Soru: Siz Turgay Bey'le anlaştınız.
Turgay Bey size nasıl bir olanak
hazırlaması gerektiğini, örneğin nasıl bir
oda istediğinizi sordu mu?
Sizin böyle meraklarınız var mı?
Cevap: Kanal D'de benim Audi S6
otomobilim vardı, aynı arabadan istedim.
Bir hafta sonra geldi, ben o arabayı
ısmarladım ama gelmesi üç buçuk ay dört
ay sürecek, sana hazır bir araba alalım
dedi.
Ben "olur" deyince, o da başka bir araba
aldı.
(...)
Sayfa 136:
Benim çok dostum var, yakın çevrem
gazetecilik hayatım boyunca hiç
değişmedi.
Şunu gördüm ben, bazı gazeteci
arkadaşlarımız, gazeteci olduktan sonra
sınıf atlama çabasına giriyorlar, tüm
çevrelerini değiştiriyorlar.
Ben gazeteci olduktan sonra hiçbir
dostum değişmedi.
(...)
Sayfa 139:
Van'da varlıklı, çok eski bir aile.
Ama aşiret değiller.
Mallar, mülkler, köyler falan var ama
aşiretimiz yok.
(...)
Sayfa 141:
Babamın işi olsaydı devralırdım ama bizim
ailede dedemden sonra kimse çalışmadı.
(...)
Sayfa 142:
Yani 1942'den beri ailede çalışan kimse
yok.Bir tek ben çalışıyorum.
(...)
Sayfa 142:
Dedem yurtdışında eğitim almış, okumuş
bir adamdı, o yüzden gelenekselliğimiz
falan yoktu.
Namaz kılmaz, dini inancı olmayan
enteresan bir adamdı.
(...)
Sayfa 142:
Soru: Boğaziçi Üniversitesi'ni bıraktınız
mı?
Cevap: Bıraktım.
Kalktım Amerika'ya gittim, okumak için
bir süre Amerika'da kaldım.
Baktım ki sıkılıyorum orada da
okuyamayacağım.
Döndüm burada Basın Yayın
Yüksekokulu'na yani İletişim Fakültesi'ne
girdim.
Bir de çalışmak için Cumhuriyet
Gazetesi'ne başvurdum.
(...)
Sayfa 142:
Hasan Cemal'e gittim: "Ben gazeteci
olmak istiyorum" dedim.
Hasan Cemal şaşırdı, damdan düşer gibi
bir adam gelmiş, "İyi spordan futboldan
anlar mısın?" dedi.
"Galatasaray taraftarıyım ama futbol
uzmanı değilim" dedim.
"Peki ne yaparsın?" diye sordu.
"İyi kayak yaparım" dedim.
"Bize yaramaz. Yabancı dilin var mı?" dedi.
"Fransızca, İngilizce biraz Almanca, çat
pat İtalyanca" diye cevap verince spor servisinde çeviri yaparak işe başladım.
(...)
Sayfa 144:
GÜNEŞ BATARKEN GAZETECİLERİ TABANCA
İLE TEHDİT ETTİ Mİ?
Bizden önceki yönetim Uluç Gürkan ve
arkadaşları Ankara'daki binayı satmış,
parayı da kendi tazminatları sayarak alıp
gitmişlerdi.
(...)
Sayfa 145:
Erdal Yılmaz'ın şoförü de kapının önünde
oturuyormuş, belinde de tabanca varmış.
Ben adamın ne tabancasını bilirim ne de
kendisini.
Onun belindeki tabanca benim tabancam
olarak lanse edildi.
Tamamen yalan.
Ama böyle efsaneler yaratıyorlar.
Orada yüzlerce insan vardı.
Bir kişi çıksın,"Ben Fatih'in elinde tabanca
gördüm, bana silah doğrulttu" desin.
O zaman aynı gazetede çalışmamıza
rağmen Emin Çölaşan'ı mahkemeye
verdim.
(...)
Sayfa 147:
SADAKAT FATİH ALTAYLI İÇİN NE DEMEK?
Her tarafta mutlu bir evliliğiniz olduğunu
söyleyeceksiniz, bir yandan da çapkınlık
yapacaksınız.
Kendinize de ayıp, eşinize de ayıp.
Ben yalan söylemeyi başarabilen bir adam
değilim.
Bazen çapkınlık yapan arkadaşlarımın
yerine koyuyorum kendimi; ne diyeceğim
ben kadına...
(...)
Sayfa 151:
İnsanlar da beni okuduğu müddetçe
yazmak istiyorum.
Bir de Toscana'da ölmek istiyorum.
(...)
Sayfa 151:
EŞİNE HALA AŞIK, BUNU NASIL AÇIKLIYOR
Karım bana "Sen ruh hastasısın" diyor,
belki de doğrudur.
Ben zaman zaman karıma tekrar aşık
oluyorum.
(...)
Sayfa 154:
Normalde sabah altıda kalkarım.
Haftanın birkaç günü sabahları yedi
buçuğa kadar golf oynarım sonra işe
giderim, eğer golf oynamazsam yedi, yedi
buçukta işte olurum.
(...)
Sayfa 154:
Kızımı okula hazırlıyorum.
Cumartesi günü genelde evdeyim.
(...)
Sayfa 154:
Evet iyi yemek yemeyi çok severim.
İyi yemek yerim.
Arkadaşlar sen 100 kilo olmalısın derler.
Hakikaten yemek yapmayı da seviyorum.
Yemek yedikten sonra, hatta bazen bir
işkembe paçacısı kursam ya da Paris'teki
ünlü aşçılık okulu "Le Cordon Blue"ya
gidip dokuz ay kurs alsam mı diye
düşünüyorum.
(...)
Sayfa 155:
Kemer Country'de oturuyorum.
Daha önce Bebek'te oturuyorduk; sonra
çocuk olunca mahalle ortamında büyüsün
diye oraya taşındık.
(...)
Sayfa 155:
4500 tane kadar Longplay'im, bir o kadar
sayıda CD'im var.
Karımla aramızdaki bir farklılık var; ben
rock müzik hastasıyım, karım Türkçe
pop'u daha çok seviyor.
(...)
Sayfa 156:
Bizim evde hiç para pul konuşulmaz.
Zaten Hande'nin müthiş bir geliri yok.
Reklamcıyken de vasat bir geliri vardı.
Şarkı sözü yazdı; Türk müzik piyasası
dolandırıcı dolu.
Alması gereken 63 bin dolar para vardı;
aldıysa 10-15 bin dolar para almıştır.
Ama bizim kasamız ortak kim ne
kazanırsa ortaktır.
Bazen "Senin bir ayda kazandığını, ben on
beş dakikada kazanmıyorum" dediğim
zaman bana kızıyor; "Ben senden
akıllıyım" diyor.
"Niye?" diyorum, "Sen eşek gibi
çalışıyorsun, ben fazla çalışmadan senin
paranla senden daha iyi yaşıyorum" diyor.
(...)
Sayfa 157:
Soru: Peki evde televizyon seyrediyor
musunuz?
Cevap: Bizim evde televizyon yok
diyebilirim.
Bir tane televizyon var.
Evin en alt tarafında duruyor, bazen
haftalarca açılmaz.
Şimdilerde yeni seyrettiğim bir iki dizi var.
Geç saatlerde onları seyrediyorum.
CNBC-E'de "Desperate Houswifes" ve
"X Files".
Bir de "Sex and The City"yi seyrederdim.
"Asmalı Konak" varken, Hande onu
seyrederdi.
(...)
Sayfa 158:
Hepsi okumuş kültürlü bir toplum
yaratırsanız sokağı kim süpürecek,
köprüyü kim boyayacak, inşaatı kim
yapacak.
Ama Türkiye'de 1 milyon tane okumuş
adam 100 bin çok düzgün adam olsa
Türkiye'yi götürür.
Amerika'yı da bunlar götürüyor.
İngiltere'yi de bunlar götürüyor.
(...)
Sayfa 159:
Düşünün yani Kemal Derviş gibi bir
adamınız var sizin, adama karşı nefret
taşıyorsunuz.
Adam kaçmak zorunda kaldı, kaçırdık.
Türkiye'nin sorunu bu, elitini bir yere
getiremiyor.
(...)
Sayfa 159:
Soru: Peki sizin en son okuduğunuz kitap
ne?
Cevap: "Benim Hüzünlü Orospularım".
Marquez.
(...)
Sayfa 160:
Atıyorum, Sabah Gazetesi'nde 1500 kişi
çalışıyor.
Bu 1500 kişinin içinde ahlaksız, hırsız,
şerefsiz biri varsa yakalamanız şansa
kalmış.
(...)
Sayfa 162:
Bakın Hıncal Uluç, Gamze Özçelik olayı
için "Su testisi su yolunda kırılır" diyor.
Aynı şeyi Reha Muhtar, Nazlı Ilıcak da
söylüyor.
Ben de diyorum ki, "kerhanede bir kadınla
yatsan bile onu çekip yayınlamak
saygısızlıktır. İnsan beraber olduğu birine
saygı göstermeli, bu rezilliktir" diyorum.
"Ama Gamze Özçelik de hak etti"
deniliyor.
Niye hak etti?
Şimdi bunları söyleyenlerin görüntüleri
yayınlansa hoşlarına gider mi?
Ece Gürsel diye bir kadın var onun
görüntüleri yayınlansa Hıncal Uluç'un
hoşuna gider mi?
(...)
Sayfa 163:
KIZI HANGİ MESLEĞİ SEÇERSE ÜZÜLÜR?
(...)
Sayfa 165:
Ama belli olmuyor, yarın gelip bana
"manken olacağım" derse üzülürüm biraz.
Manken olmaya kalkarsa bu onun başarısı
olmaz; bu annesiyle benim başarım olur.
Biz becermişiz onu güzel yapmışız.
Kendi yeteneğiyle hayatını kazanmasını
tercih ederim.
(...)
Sayfa 165:
Soru: Başka çocuğunuz yok.
Peki olacak mı?
Cevap: Ona annesi karar verir.
Ben "beş çocuk yapalım" diyorum.
"Beş çocuk babası olmayı ben de isterim"
diyor.
...
KİTAP ANALİZ
Aileden zengin ama "spor" olsun diye
medya işine bulaşmış, iş'liyor.
Kayıyor, yüksek atlıyor, sabah
kahvaltısından önce golf sopası ile top'a
vuruyor.
Meşale ile boyum kadar puro yakıyor, VİP
tribün yangın yeri!:))
Hobisi yazmak.
Cesur, korkusuz bir gazeteci.
Eşini hiç aldatmamış, çok seviyor.
Yalan söylemeyi beceremiyor.
Zengin ve babası hiç çalışmamış bir
aileden geldiği halde, Ciner'in verdiği kol
saatini kabul ediyor.
Anlatırken, Ciner'e de Doğan'a da kol saati
takacak kadar varsıl'mış gibi bir havası var.
Sonrasında "çalışmazsam aileme kim
bakar" diye konuyu şark'i ağlak üsluba
bağlıyor.
Laik insan zekasına hakaret.
Misal: Hürriyet'e borcunu ödemek için
içinde oturduğu evini satıyor.
Zengin bir adam neden evini satsın!?
Hesabından çeker öder, aynen eşine ev
alması için havale yaptığı gibi.
Oksimoron.
Kaldı ki; Doğan'dan da, Ciner'den de
transfer parası almıyor, borcunu ödemek
için ev satan gazeteci iken, bir anda lüks
ev sahibi olan bir gazeteciye dönüşüyor!
Kemer Country'de bir villa, eşine lüküs
jeep vb kim'in hediyesi?!
Az kazanan eşine 300 bin Euro'luk jeep
alacak kadar çok kazanıyor, eşi de hobi
olarak reklamcılıktan aşk yazarlığına terfi
ediyor.
Anlatırken 'dik duruş'un bir bedel'i
olduğundan bahsediyor ama Altaylı'nın dik
duruş'tan anladığı yaşam tarzı, lüks
yaşam'ı kaybetmeme histerisi!
Çap'tan düşme.
Aileden varlık görmüş biri hiç görmemiş
gibi davranır mı?!
Misal, soruların en zalimi olan o en basit
soru:
Hürriyet'e borcunu evini satarak ödeyen
yazar, kaybettiği davaların tazminat'ını
ödemek için bir şeylerini satmış mı,
satmamış ise tazminat ederlerini kim'ler
ödemiş?!
Demem o deme değil şu deme:
Fatih Altaylı'yı 'Kendi Ses'inden yek'e tek
anlatan yazar, hem o gün'kü (20 Eylül
2005) anlatımı içinde tutarlı değil, hem
de aradan geçen zaman içinde karizması
derin çizik yemiş.
Hürriyet'ten, Kanal D'den nasıl
gönderildiği
hakkında "gerçek" bilgi sahibi değil, o
hikaye çok farklı bir hikaye, bumerang.
Hürriyet'teki kapı'ya helal tekmeyi basıp
çıkan gazeteci, Haber Türk'e tekmeyi
basamıyor ise sebep sadece siyasi
iktidarın baskısından kaynaklı olabilir mi
ve/veya kol saati sorunsalı sadece bazı ak
siyasilerden ibaret değil, medya'yı da
etkisi altına alan büyük bir çürüme'nin
parçası olamaz mı?!
"Saat kaç?!"
Yani?!
BOP kapsamında özetle hikaye şudur:
AKP'ye muhalefet etmeyi reddeden
ve/veya kolpadan muhalefet yapıp gaz
alan her gazetecinin arkasına sığındığı bir
aile hikayesi vardı.
"Ailemin geçimini sağlamak için uyum
sağlamak zorundayım" mavrası!
"Gazeteciler ne kadar çok kazanırsa o
kadar özgür olur, dik durur" önermesi,
ispat'a muhtaç bir lakırdı olarak kaldı.
"Üç maymun" medyası.
Aradan geçen zaman içinde görüldü ki, bu
anlı şanlı gazeteciler ve aileleri lüks
içinde yaşarken, BOP'eşbaşı AKP'ye
muhalefet edenler sürünmüş?!
Onlar iyi gazeteci, biz'ler tukaka.
"Cici gazeteciler" akçasal değirmen
ak'maya devam etsin diye üç maymun'a
devam etmişler, ta ki Gülen ve Erdoğan
arasındaki sert ayrışmaya kadar.
İsrail/İran makas'ı.
Yani?!
Altaylı'nın şahsımla ilgili yaptığı
Ankara'daki dedikoduları, laf taşımaları
geride bıraktım, kendi hikayesinden de
anlaşılacağı gibi ne işi var, işini parasını
kaybeder ise ne eşi var ne de güvenlikli
bir geleceği...
Sözün özü:
Fatih Altaylı'nın anlatımından şu basit
sonuç'lar çıkıyor:
1. İddia ettiği gibi zengin, cesur, dik
duruş'lu bir gazeteci ise kendisine
yazdırılmayan yerden (HT) istifa eder, bir
blog açar, inandığı ne varsa oradan okur'la
paylaşmaya devam eder, cesaret'ini
ortaya koyar!
Ne de olsa Uzan'dan korkmamış,
imparatorluk yıkmış bir adam Erdoğan'dan
neden korksun değil mi?!
İsterse AKP'yi de yıkar, eğer izin
verirlerse tank'ın üstüne dahi çıkar!
2. Fatih Altaylı için Türkiye'de inandığı
türde yazı yazmak için şartlar uygun değil
ise Paris ve/veya Pensilvanya üzerinden
çok sert muhalif yazılar yazması da
mümkün!
1997'de yurtdışına çıkan 2015'te neden
çıkmasın?!
Yazmak isteyen için her yer Pensilvanya!
Varsıl bir gazeteci neden "Alo Fatih"
diyalogları içinde ayağa düşürülsün!?
"İstifa etmeyip sineye çekmesinin" sebebi,
neticesi ortada.
3. AKP'ye "yüksek övgü" düzen,
Silivri'deki esir gazetecileri ziyaret
etmeyi reddeden, buna karşılık Öcalan'la
Bekaa'da görüşüp gazetecilik yapan biri
olarak Fatih Altaylı'yı bu dönemde,
susturan, korkutan nedir?!
Yani paralel dinlemeden mukaddem özel
hayat'a dair bir şantaj sözkonusu ise
Altaylı cesur'ca ortaya çıkıp açıklamalı ya
da neden Gülen'e döndüğünün makul ve
mantıklı izah'ını yapmalı!
Yapamayacak durumda ise gazeteciliğe
mola verip Paris'teki aşçılık okulu'nun
yol'unu tutmalı ve/veya Zaman'da
Dumanlı yazabiliyor ise Altaylı
HaberTürk'te niye yazamıyor?!
HT'de çarpılamayan kapı ve/veya
Hürriyet'te çarpılan kapı'nın etrafında
dönülüyor ise Zaman, Stv, Bugün vb
medyalar Altaylı için makul medyalar
değilmidir?!
Merkez Medya'da karşı darbe adına
yardım ve yataklık eden bir düzen'e yeni
düzen'de izin verilir mi ve/veya izin
verecek olan düzen'i nasıl düzerler vs
bakmak lazım!
Hayat memat nüans bu.
Netice:
Sakin, dalgasız havada herkes kaptan,
herkes gemici.
Görüldü ve anlaşıldı ki, BOP'ta "mış gibi"ye dayalı yani "part-time" dik duruş'lu süreç "24 saat"e dayalı zaman'lama üzerinden derin'leştikçe, "yek tek" birçok ünlü gazetecinin yaldız'ı, sırması sökülmüş, itibarları karşı darbecilerin ayakları altında paspas olmuş.
Ufuk Güldemir, Güneri Cıvaoğlu, Emin
Çölaşan, Uğur Dündar, Oktay Ekşi, Hıncal
Uluç, Hasan Cemal, Fehmi Koru, Fatih
Çekirge, Yılmaz Özdil, Tuncay Özkan,
Mustafa Balbay, Sedat Ergin, Fikret Bila,
Zafer Mutlu, Ertuğrul Özkök, Nuri
Çolakoğlu, Fatih Altaylı ile devam ediyor,
geriye düşüş.
Laik yaşam tarzı, çağdaş demokrasi
ve/veya özgürlüğe dayalı gazetecilik
'merkez medya'dan düşmüş ise sebep
sadece AKP iktidarı olmasa gerek.
Kanmak istemeyeni hiçbir güç kandıramaz.
Gazetecilik, köşe'lerde, oda'larda yan
gelip yatma mesleği midir?!
Değil ise sorun nerede?!
Üretmediğini tüketme, talep etmek
hastalığı!
Literatürde "O yaptı, ben de tahrik oldum
yanlış yola saptım, ihanet ettim"e dayalı
kolpa çok olsa da, o bahane'ye ceza
indirim'i var mı?!
İsrail/İran makas'ı kapsamında,
takas/makas zamanlar.
Vs vs vs.
Not: Altaylı'nın kızı manken olursa
üzülürüm, neden?
Babası o zaman kalem'ini boş yere
iktidara yatırmış, karşı devrimcilerin
hizmetine sunmuş olur.
Evlat, eş, anne, baba vb adına yapılan her
türlü raydan çıkış, aldatış, döner dolaşır
kişinin kendi itibarını vurur.
Haydan gelen para, huy'a gider.
Çocukluğunda zihnen ve ruhen yanlış
beslenen çocuk, büyüyünce ne yedi ise
onu ortaya koymaz mı?!
Allah isterse "ol" der ve olur, onun için
iliştirilmiş gazetecilik gibi Yaradan'lığa
soyunup şirk'e batanlardan olmamak
elzem.
Altaylı gibi AKP'yi Gülen'i hem Yaradan'ın
hem de devlet'in yerine koyup
tapınmak'tan kaynaklı ciddi bir güvenlik
açmaz'ı var.
Gazeteci ölümlü fanilere tapmaz,
tapınmaz, sorgular, işi budur.
Kimseye gazetecilik dersi verecek
değilim,
"bu mesleği bilenler, mesleğe ihanet
ettiler" deyip bu bahsi kapatalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder